logo

Türk Borçlar Hukukunda Halefiyet (Prof.Dr.Seza Reisoğlu'na Armağan, 2016)

Giriş

Bu çalışmada, halefiyet kavramı ve Türk Borçlar Kanunu’nda düzenlenmiş olan halefiyet halleri, özellikle bankacılık uygulamasında karşılaşılan yönleri ile incelenmeye çalışılmıştır. Bu kapsamda, öncelikle halefiyetin tanımı ile bu hukuki kurum ile yakından ilgisi bulunan temlik ve rücu kavramları üzerinde durulmuş ve yasada düzenlenen tüm halefiyet hallerinde bulunması gereken genel şartlar ele alınmıştır.

Böylece halefiyet, kavram olarak genel itibarıyla ortaya konulduktan sonra Türk Borçlar Kanunu’nda düzenlenen halefiyet halleri, ilgili yasal düzenlemeler çerçevesinde ele alınarak açıklanmaya ve her bir duruma özgü özel şartlar tespit edilmek suretiyle bankacılık uygulamasında karşılaşılan örnekler, Yargıtay kararları ışığında irdelenmeye çalışılmıştır.

Yasada düzenlenen halefiyet hallerinin incelenmesini müteakip, halefiyetin hüküm ve sonuçları tespit edilmeye çalışılmış, özel olarak alacaklı ve borçlunun halefiyet halinde hukuki durumları incelenmiştir.

 

A.HALEFİYET HAKKINDA GENEL BİLGİLER

1.Halefiyet Kavramı

Halefiyet genel anlamıyla, bir kimsenin başka birinin yerine geçmesi[1]; halef de “birinin ardından gelip onun makamına geçen kimse, ardıl, selef karşıtı”[2] olarak tanımlanmaktadır.

Miras hukukunda mirasçıların murisin yerini alması, alacağın devrinde yeni alacaklının eskisinin yerini alması halefiyetin genel (geniş) anlamıyla kullanımlarına örnek olarak gösterilebilir. Mirasçıların murisin yerini almasında olduğu gibi, malvarlığının bir bütün olarak bir kimseden başka bir kimseye geçmesi külli halefiyet; münferit bir hakkın bir kimseden başkasına geçmesi hali ise cüz’i halefiyet olarak adlandırılmaktadır.

Borçlar hukuku anlamında ise halefiyetin dar ve teknik bir anlamı vardır. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda (818 sayılı Eski Borçlar Kanunu’nda olduğu gibi) halefiyetin bir tanımı bulunmamaktadır. Öğretide ise halefiyet; “üçüncü bir kişinin borçlunun edimini, alacaklıya ifa etmek suretiyle onu tatmin ettiği ölçüde alacaklının yerine geçmesi, onun borç ilişkisinden doğan asli ve feri haklarına halef olması[3], “üçüncü bir kişinin alacaklıya ifada bulunması ile borçluya karşı alacaklının yerine geçmesi[4], “başkasına ait bir borcu eda eden kişinin yasa hükmüne dayanarak alacaklının yerine geçmesi, onun hak ve yetkilerine kanunen sahip olması[5]başkasına ait bir borç dolayısıyla alacaklıyı tatmin eden kişinin, onun haklarını, kanunda belirtilen hallerde ve tatmin ettiği oranda kendiliğinden elde etmesi” olarak tanımlanmaktadır.[6]

Serozan, bu kavramı şu şekilde özetlemiştir: “Bu hukuki büyünün özü şudur: İfaya karşı borç sönüp düşmemekte; alacak hakkı tüm yan (fer’i) haklarıyla, özel olarak da güvenceleriyle (örneğin kefalet güvencesiyle) birlikte, ardıl (halef) sayılan üçüncü kişiye kendiliğinden geçmektedir. Sözleşmesiz otomatik bir alacak devridir bu.”[7]

  1. Kanunda Düzenleniş Şekli

Türk hukukunda halefiyet, esas olarak Türk Borçlar Kanunu’nda (TBK) düzenlenmiş olup, Türk Ticaret Kanunu’nun mal ve sorumluluk sigortalarına ilişkin 1472. ve 1482. maddelerinde; Türk Medeni Kanunu’nun 884. maddesinde de halefiyete yer verildiği görülmektedir.

TBK dışındaki yasalarda düzenlenen halefiyet halleri inceleme konumuz dışındadır. Ancak TBK’nundaki (m.127) başka birinin borcu için rehnedilmiş bir mal üzerinde mülkiyet veya başkaca bir ayni hakkı bulunan kişinin borcu ödemesi haline ilişkin halefiyetinin, TMK’nun 884. maddesi ile ilişkisi aşağıda ele alınacaktır.

TBK’nda halefiyet, ayrı bir bölümde düzenlenmemiş, Kanun’un çeşitli maddelerinde dağınık şekilde yer almıştır.

TBK’nun haksız fiil sorumluluğuna ilişkin 62. maddesi, müteselsil sorumluluğa ilişkin 168. maddeleri, bölünemez borca ilişkin 85. maddesi, kefalete ilişkin 596. maddesinde ve borçtan şahsen sorumlu olmayan üçüncü kişilerce ifa edilmesine ilişkin 127. maddede halefiyete yer verilmiştir.

Türk borçlar hukukunda, halefiyetin kaynağı daima kanun olup, sözleşmeye dayalı bir halefiyet haline yer verilmediğinden halefiyetten daima “kanuni halefiyetin” anlaşılması gerekir. [8]

Her ne kadar TBK’nda düzenlenmiş olan “alacağın devri” kurumunda iradi bir halefiyet hali söz konusu olduğu akla gelebilir ise de, bu durumda dar ve teknik anlamda bir halefiyetten bahsedilemeyeceği, bunun esasen bir iradi temlik olduğu kabul edilmektedir. Temlik ve halefiyet arasındaki ilişki aşağıda (3.1.Alacağın Temliki başlığı altında) incelenmiştir.

Bu bakımdan, inceleme konumuz TBK’nda düzenlenen kanuni halefiyet halleri ile sınırlandırılmıştır.

  1. Çeşitli Hukuki Kurumlarla Karşılaştırılması

Halefiyet kurumu, bazı özellikleri itibarıyla çeşitli hukuki kurumlarla bir takım benzerlikler göstermektedir. Aşağıda bu kurumlardan halefiyetle çok yakın ilişkisi bulunan “temlik” ve “rücu” kavramlarına, halefiyetle olan benzerlik ve farklılarına değinilmek suretiyle yer verilecektir.

3.1. Alacağın Temliki (Devri)

TBK’nun 183. maddesi “iradi devir” başlığını taşımakta olup, “Kanun, sözleşme veya işin niteliği engel olmadıkça alacaklı, borçlunun rızasını aramaksızın alacağını üçüncü bir kişiye devredebilir.” hükmünü içermektedir.

TBK’nun 185. maddesi ise “Yasal veya yargısal devir ve etkisi” başlığını taşımakta olup, “Alacağın devri kanun veya mahkeme kararı gereğince gerçekleşmişse, bu devir özel bir şekle ve önceki alacaklının rızasını açıklamasına gerek olmaksızın, üçüncü kişilere karşı ileri sürülebilir.” şeklindedir.

Bu bakımdan, halefiyetin temlik ile olan ilişkisini, iradi ve kanuni temlik ayrımı çerçevesinde ele almak gerekir.

Kanuni temlik, alacağın, taraflar arasında herhangi bir işleme gerek olmaksızın, kendiliğinden bir başkasına intikal etmesidir.

Hukuki ilişki aynıdır ve süreklidir; sadece hukuki özne değişir. Bu özne değişikliğinde bir anlık bir kesinti, kopukluk olmaz.[9] Bu bakımdan halefiyetin bir kanuni temlik olduğu açıktır. Ancak halefiyetin kanuni temlikin tek hali olmadığını da belirtmek gerekir. Örneğin, TBK.m.509 (BK.m.393) gereğince, vekilin kendi adına ve vekalet veren hesabına gördüğü işlerden doğan üçüncü kişilerdeki alacakların, vekalet verenin vekile karşı bütün borçlarını ifa ettiği anda kendiliğinden vekalet verene geçmesi durumunun, aynı şekilde ölenin alacak haklarının mirasçılara geçmesinin de bir kanuni temlik olduğu kabul edilmektedir.[10]

Diğer taraftan, kanuni temlik ile iradi temlik arasında bir takım farklar bulunmaktadır. Bu farklar kısaca şu şekilde özetlenebilir[11]:

  • Alacağın iradi temlikinin (yani alacağın temlikinin) geçerliliği, TBK’nun 184. maddesi gereğince yazılı şekilde yapılmasına bağlıdır. Oysa kanuni temlik, yasa gereğince ve kendiliğinden gerçekleşmekte olup, her hangi bir şekle bağlı bulunmamaktadır.
  • Alacağın temliki, alacaklının iradesi ile gerçekleşmekte iken, kanuni temlik alacaklının iradesinden (rıza veya onayından) bağımsız olarak meydana gelir.
  • Aksi kararlaştırılabilmekle birlikte, TBK.m.191 gereğince, alacağın temliki ivazlı olarak gerçekleşmişse devreden, devir sırasında alacağın varlığını ve borçlunun ödeme gücünü garanti etmiş olur. Ancak kanuni temlikte böyle bir sorumluluk kabul edilmemiştir.
  • Alacağın temlikinde borçlunun bu işleme hiçbir dahli bulunmazken, TBK’nun “Alacaklıya ifada bulunan üçüncü kişinin ona halef olacağı, borçlu tarafından ifadan önce alacaklıya bildirildiği takdirde halefiyetin gerçekleşeceğini belirten.m.127/1 b.2 hükmünden doğan halefiyette borçlunun alacaklıya ihbarı şartı bulunmaktadır.
  • Alacağın bölünebilir olması halinde, alacaklının alacağının bir kısmı temlik ederek kalan kısmını kendi uhdesinde tutması da mümkündür. Alacağın temliki ile birlikte alacağa bağlı fer’i haklar da temellük edene/devralana kendiliğinden geçer. Dolayısıyla böyle bir durumda, alacağın teminatında bulunan aynı rehinler üzerinde hem temlik edenin bakiye alacağı için hem de temlik alanın temlik aldığı alacak için rehin hakkı sahibi olacaktır. Böyle bir ihtimalde kefalette halefiyet ile kazanılan rehin hakkında olduğu gibi (TBK m.596/2) alacaklılar arasında yasa ile belirlenmiş bir öncelik sıralaması bulunmamaktadır. Alacağın kısmen temlikinde bir kısım teminatların alacağı temlik alana devredilmek istenmemesi, kalan bakiye alacak için tek başına yararlanılması isteniliyorsa bu husus açıkça alacak temlik sözleşmesine yazılmalıdır.

Kefalette halefiyet ile kazanılan rehin hakkında TBK.m.596/2 ile alacaklıya tanınan öncelik dışında, halefiyette “halefiyet alacaklıya zarar veremez” kuralı gereğince, alacaklının kısmen tatmin edilmesi durumunda alacaklının, halef olan kişiye nazaran bir önceliği bulunduğu kabul edilmektedir.[12]

Yukarıda, alacağın iradi olarak temlik edilmesi ile kanuni temlik arasındaki farklar belirlenmiştir. Halefiyetin de bir kanuni temlik olması sebebiyle halefiyetin iradi alacak temliki ile olan farkları da böylece tespit edilmiş olmaktadır.

Son olarak, halefiyetin, alacağın kanuni devri olması sebebiyle, alacağın iradi olarak devrini düzenleyen TBK.m.183-194 hükümlerinin, niteliğine uygun düştüğü ölçüde halefiyette kıyasen uygulanacağı kabul edilmekte olup[13] aşağıda yeri geldikçe bu düzenlemelere değinilecektir.

3.2. Rücu

3.2.1.Tanımı ve Halefiyetle Olan İlişkisi

Rücu, kelime anlamı olarak geri dönme, vazgeçme, cayma anlamlarına gelmekte olup, bu kavramların zaman zaman birbiri yerine kullanılabildiği görülmektedir.[14] Ancak rücu en genel anlamda, başkasına ait borcu ifa eden kişinin asıl borçluya dönüp bunu istemesi olarak tanımlanmaktadır. Başka bir ifadeyle rücu hakkı, alacaklı karşısında, şahsen borçlu olsun ya da olmasın, üçüncü bir kişinin başkasına ait borcu ifa etmesi halinde, asıl borçludan talep edebileceği bir alacak hakkını ifade etmektedir.[15]

Rücu hakkının, bir başkasının nihai olarak üstlenmesi gereken yükü, geçici olarak üstlenen başka bir kişinin geriye dönük olarak ona başvuruda bulunması ve oluşan geçici durumun giderilmesinde kullanılan bir araç olduğu belirtilmektedir.[16]

Bu tanımlardan anlaşılacağı üzere, halefiyet ve rücu, başkasına ait borcu ifa eden kişinin malvarlığındaki eksilmeyi gidermek amacıyla asıl borçluya başvurma imkanı sağlayan ve bu bakımdan aynı hukuki amaca hizmet eden iki kurum olarak karşımıza çıkmaktadır.[17]

Öğretide, rücu hakkının, bir sözleşme (vekalet veya adi ortaklık sözleşmesi), vekaletsiz iş görme veya sebepsiz zenginleşme sebeplerine dayanması durumunda “özel rücu hakkından”; yasanın halefiyet öngördüğü durumlarda ise “genel rücu hakkından” bahsedilmektedir.[18]  Ancak yakın ilişkileri bulunan halefiyet ve rücu birbirinden farklı kavramlardır.

Her şeyden önce, halefiyet, alacaklı ile borcu ifa eden arasında; rücu ise borcu ifa eden ile asıl borçlu arasındaki bir ilişkiyi ifade eder.[19]

Diğer taraftan rücu hakkı, başkasına ait borcu yerine getiren kişinin malvarlığındaki kaybı gidermeye yönelen tazminat niteliğinde bir talep hakkı olup, rücu hakkı sahibinin şahsında yeni bir hak olarak doğar.[20] Bu nedenledir ki rücu hakkı doğduğu anda muaccel olur ve bu hak için yeni bir zamanaşımı süresi işlemeye başlar. Halefiyette ise, halef olan kişi, yeni bir hak elde etmeyip, alacaklıya ait olan hakları kanun gereğince olduğu gibi devralmaktadır. Yani özel (iç/temel ilişkiye dayanan) rücu hakkında bahsedilenden farklı olarak, halefiyetteki rücu hakkı, taraflar arasındaki başka bir ilişkiden doğan yeni bir hak değildir.[21] Bu nedenle devre konu alacak için daha önceden bir zamanaşımı işlemeye başlamışsa bu süre işlemeye devam eder. [22]

Son olarak, halefiyette, alacak hakkı ile birlikte alacağa bağlı olan hakların da kendiliğinden halefe intikal etmesine karşın, özel rücu hakkında bu şekilde bağlı hakların kendiliğinden geçişi söz konusu olmamaktadır.[23] [24]

Rücu ile halefiyet arasındaki ilişki, halefiyetin temelde bir rücu hakkına dayanıp dayanmadığı ayrımı üzerinden de açıklanmaktadır.

TBK’nda halefiyet hakkının düzenlendiği; haksız fiil neticesinde oluşan zarardan sorumlu müteselsil borçluların birbirine başvuru hakkını düzenleyen 62., “bölünemeyen borcu” düzenleyen 85., müteselsil borçlulukta “alacaklıya halef olmayı” düzenleyen 167 ve 168. ve “kefilin rücu hakkını” düzenleyen 596. maddelerinde halefiyet hakkı yanında açıkça rücudan veya diğer borçlulardan alacağın istenebileceğinden bahsedilmiştir.

Buna karşın, TBK.’nun genel halefiyet hükmü niteliğindeki “Alacaklıya halef olma” başlıklı 127. maddesinde, iki ayrı halefiyet durumu ön görülmüş olmakla birlikte (anılan maddede borcu ifa eden kişinin, borçlunun alacaklıya ihbarı ile alacaklının haklarına halef olacağı ayrıca başkasının borcu için rehnedilmiş malı rehinden kurtaran malik veya ayni hak sahibi kişinin halef olması halleri düzenlenmiştir)  açıkça bir rücu hakkından bahsedilmemektedir.

Bu kapsamda, bir görüşe göre, TBK’nun 85, 167-168 ve 596. maddelerinde düzenlenen halefiyetin, temelinde bir rücu hakkı bulunduğu, bu sebeple halefiyetin, rücunun bir fer’ii olduğu; TBK.m.127’de düzenlenen halefiyetin temelde bir rücu hakkına dayanmadığı için salt halefiyet halinin söz konusu olduğu ve rücunun halefiyetin bir sonucu olduğu kabul edilmektedir.[25]

Bazı görüşlere göre ise halefiyet alacağı, rücu alacağının varlığını güvence altına almaya hizmet etmekte ve buna uygun olarak tamamlayıcı ve kuvvetlendirici bir etkisi bulunmaktadır.[26]

Bu ayrımın en önemli sonucu, salt halefiyet halinde bir alacak hakkının intikali söz konusu olduğundan, bu alacağa ilişkin olarak daha önceden işlemeye başlamış olan zamanaşımının işlemeye devam etmesi, temelde bir rücu hakkı bulunan halefiyette ise rücu hakkı sahibinin şahsında bağımsız bir hak meydana gelmesidir.[27]

Öğretideki bu görüşlerden yola çıkarak şu sonuca varmak mümkündür: rücu hakkı alacaklı karşısında çeşitli hukuki nedenlerle borcu ifa etmek durumunda kalan kişinin, malvarlığındaki bu azalmayı gidermek amacıyla kendi borçlusuna başvurmasıdır. Yasanın halefiyetin doğacağını öngördüğü hallerde rücu hakkını kullanan kişi için bir takım kolaylıklar bulunmaktadır. Örneğin, rücu edenin yalnızca borcu ifa ettiğini ispatlaması yeterli olup, başkaca bir hukuki ilişkiyi veya zararını ispat etmesi gerekmez. Ayrıca ifa ettiği alacağa bağlı teminatlardan da yararlanma imkanı vardır. Buna karşın yasanın halefiyeti öngörmediği durumlarda da borcu ifa edenin sözleşme, vekaletsiz iş görme veya sebepsiz zenginleşme sebeplerinden birine dayanan rücu hakkı bulunabilir. Dolayısıyla her rücu hakkı bulunan yerde halefiyet olmadığı, halefiyetin yalnızca yasa tarafından öngörülen durumlarda söz konusu olabileceği anlaşılmaktadır.

3.2.2.Halefiyetten Kaynaklanan Rücu Hakkı ile Diğer Sebeplerden Kaynaklanan Rücu Hakkının Bir Arada Bulunması

Yukarıda da belirtildiği gibi, rücu hakkı, halefiyetten doğabileceği gibi, asıl borçlu ile borcu ifa eden arasındaki başka bir hukuki sebebe de dayanabilir. Bu hukuki sebep, alacaklıya ifada bulunan ile asıl borçlu arasındaki bir vekalet sözleşmesi[28], vekaletsiz iş görme veya sebepsiz zenginleşme olabilir.

Yasanın halefiyet ile güçlendirdiği rücu hakkı, diğer sebeplerden doğan rücu hakkı ile bir arada bulunabilir. Bu durumda, taleplerin yarışması söz konusu olur. [29]

Örneğin m.127’de; “Alacaklıya ifada bulunan üçüncü kişi, aşağıdaki hâllerde ifası ölçüsünde alacaklının haklarına halef olur:

  1. Başkasının borcu için rehnedilen bir şeyi rehinden kurtardığı ve bu şey üzerinde mülkiyet veya başka bir ayni hakkı bulunduğu takdirde.
  2. Alacaklıya ifada bulunan üçüncü kişinin ona halef olacağı, borçlu tarafından ifadan önce alacaklıya bildirildiği takdirde.” hükmü bulunmaktadır. Bu madde çerçevesinde başkasının borcu için malını rehneden kişi ile asıl borçlu arasında bir vekalet sözleşmesi varsa, rehinli malın maliki tarafından borcun ifa edilerek malın rehinden kurtarılması durumunda, borcu ifa eden asıl borçluya, TBK.m.127/1 gereğince halef olarak rücu edebileceği gibi asıl borçlu ile arasındaki bu iç ilişkiye dayanarak da rücu hakkını kullanabilecektir. Benzer durum diğer halefiyet halleri için de geçerlidir.

Halefiyete dayanan rücu hakkı ile diğer hukuki sebeplere dayanan rücu hakkının bir arada bulunması durumunda, alacaklıyı tatmin eden kişi bunlardan dilediğine dayanabilir. Halefiyete dayanan rücu hakkı ile diğer sebeplere dayanan rücu hakkına dayanan taleplerin kapsamı örtüşüyorsa, bu taleplerin birbirini dışlaması; kapsamları farklı ise taleplerin birbirini bütünleyecek tarzda ileri sürülmesi söz konusu olur. Bu durumda, kısmen halefiyete dayanan rücu hakkına, kısmen iç ilişkiden kaynaklanan diğer rücu sebeplerine dayanarak talepte bulunulması mümkündür.[30]

Bu durumda hangisine dayanmak daha avantajlı olacağı sorusu gündeme gelir.

Öncelikle, halefiyet durumunda borcu ifa eden kişi, yasa gereğince alacaklının haklarına halef olduğundan, asıl borçluya rücu ederken yalnızca borcu ifa ettiğini ispatlaması yeterlidir. Zira rücu hakkının sebebi, yasa gereğince borcun ifasına bağlı olarak doğan alacaklının haklarına halef olmasıdır.  Dolayısıyla rücu sebebinin ayrıca ispatı gerekmez. Ayrıca halefiyet, alacak ile birlikte alacağa bağlı hakların da bu arada alacağı güvence altına alan teminatların da intikali sonucunu doğurduğundan, alacaklıya halef olan kişi, bu teminatlardan da yararlanabilecek, alacağını bu teminatlara başvurarak tahsil edebilecektir.[31]

Buna karşılık iç ilişkiden kaynaklanan diğer (özel) rücu sebeplerine dayanılması durumunda, rücu hakkını kullananın, alacaklıyı tatmin ettiğini ve bunun yanı sıra, asıl borçlu ile arasındaki hukuki ilişkiyi (rücunun sebebini; vekalet sözleşmesi, vekaletsiz iş görme veya sebepsiz zenginleşme) de ispat etmesi gerekir. Diğer taraftan, bu hallerde alacağa bağlı hakların-bu arada teminatların- rücu edene kendiliğinden geçmeyeceği de açıktır.

Vekalet sözleşmesi ve vekaletsiz iş görmeye dayanılarak rücu talebinde bulunulan hallerde, rücu edenin TBK.m.510 ve 529. maddeleri gereğince, yapmış olduğu masrafları ve masrafların faizini asıl borçludan talep etme hakkı bulunmaktadır. Halefiyette ise, halef yaptığı ifa oranında rücu hakkına sahip olup, asıl alacak için faiz kararlaştırılmışsa fer’i bir hak olduğundan alacakla birlikte faiz talep etme hakkını da kazanacak olmasına karşın[32], yaptığı masrafların faizini talep etme hakkı bulunmamaktadır. Bu bakımdan diğer rücu sebeplerine dayanan taleplerin halefiyete dayanan talepten daha geniş olabileceği anlaşılmaktadır.[33]

Nitekim, kefilin halefiyete dayanarak ileri sürebileceği talebin kapsamını aşan giderlerini ve zararlarını özel rücu (iç ilişkiden doğan rücu sebepleri) talebi üzerinden esas borçluya yansıtabileceği kabul edilmektedir.[34]

Böyle bir durumda, halefiyete dayalı rücu talebi, diğer sebeplere dayanan rücu hakkını kısmen sona erdirecektir. Başka bir ifadeyle, iki rücu hakkının birbiriyle yarıştığı durumlarda, önce birine, sonra diğerine dayanarak iki kez rücu talebinde bulunulması mümkün değildir. İki talebin kapsamları belli ölçüde örtüşmekle birlikte farklılık gösteriyorsa, bunların kaynaştırılarak ileri sürülmesi mümkündür. Bu durumda, iki rücu hakkına dayanan taleplerin kısmen ileri sürülmesi mümkündür. Ancak, halefiyet kapsamındaki talebin, diğer sebeplere dayanan rücu hakkının kapsamını aşması mümkün olmadığı gibi, taleplerin kısmen ileri sürülmesi durumunda üst sınırı iç ilişkiye dayanan (özel) rücu hakkının kapsamı belirleyecektir.[35]

Ayrıca zamanaşımı bakımından da diğer rücu sebeplerine dayanan hallerin halefiyete dayanan rücu hakkından daha avantajlı olduğu görülmektedir. Zira halefiyette alacaklıyı tatmin anında zamanaşımı ne durumda ise halefe aynı şartlarla geçer. Ancak rücu hakkında, rücu hakkı sahibinin şahsında doğan bağımsız bir alacak söz konusu olduğundan bu hak için yeni bir zamanaşımı işlemeye başlar.

Burada kefaletle ilgili özel düzenlemeye dikkat edilmelidir: m.596/5’te kefilin korunması amacıyla “kefilin rücu hakkına ilişkin zamanaşımının, kefilin alacaklıya ifada bulunduğu anda işlemeye başlayacağı” düzenlenmiştir. Böylece, kefilin halefiyeti gerçekleştiğinde halefiyete konu alacağın tabi olduğu zamanaşımı hangi noktada olursa olsun, yeni bir zamanaşımı işlemeye başlayacaktır.

B.KANUNİ HALEFİYETİN GENEL ŞARTLARI

1.Başkasına Ait Geçerli Bir Borç Olması

1.1.Borcun Başkasına Ait Olması

TBK’nda halefiyetin doğumuna ilişkin tüm düzenlemelerin ortak şartlarından biri, başkasına ait geçerli bir borcun ifa edilmiş olmasıdır.

TBK.m.83’te yer alan “Borcun, bizzat borçlu tarafından ifa edilmesinde alacaklının menfaati bulunmadıkça borçlu, borcunu şahsen ifa etmekle yükümlü değildir.” hükmü gereğince şahsen ifanın zorunlu olmadığı tüm durumlarda borç üçüncü kişi tarafından ifa edilebilmektedir.

Bu hüküm dikkate alındığından, borcun bizzat borçlu tarafından yerine getirilmesinde alacaklının menfaati bulunuyor ise borcun üçüncü kişi tarafından ifa edilmesi mümkün olmadığından[36], TBK.m.127/1 b.2’de düzenlenen halefiyetin de gerçekleşebilmesi mümkün olmayacaktır.[37]

“Asıl borçlu” ile “başkasına ait borcu ifa eden” ayrımı, borçlu ile halef arasındaki iç ilişki bakımından yapılmaktadır. Örneğin müteselsil borçlulukta, bütün borçlular asıl borçlu olmasına karşın, iç ilişki bakımından kendi payından fazlasını ifa eden kişinin, diğer müteselsil borçlular karşısındaki durumu, başkasına (diğer müteselsil borçlulara) ait bir borcu ifa eden kişidir. Aynı şekilde kefil, alacaklıya karşı şahsen sorumlu olmakla birlikte, kefalet borcunu ifa neticesinde alacaklıya halef olmuş ise, borçlu karşısında ona ait borcu ifa eden kişi sıfatıyla talepte bulunmaktadır.[38]

1.2.Borcun Geçerli Olması

Halefiyetin doğumu için öncelikle, alacaklı ile borçlu arasında geçerli bir borcun bulunması ve borcun ifa anına kadar geçerliliğini devam ettirmesi gerekir. İfa anında geçerli bir borç bulunmaması halinde, alacaklıya ait bir hak bulunmadığından bunun başkasına intikali de söz konusu olmayacaktır. [39]

TBK.m.582 “kefalet sözleşmesi mevcut ve geçerli bir borç için yapılabilir.” hükmünü içermekte olup, bu hüküm gereğince, kefilin kefalet borcunu ifa ettiği anda asıl borçlu ile alacaklı arasında geçerli bir borç ilişkisinin varlığının yanında geçerli bir kefalet sözleşmesinin de bulunması gerekir.

Halefiyetin doğumu için geçerli bir borcun varlığı kuralının bir istisnası bulunmaktadır. TBK.m.19/2’de “Borçlu, yazılı bir borç tanımasına güvenerek alacağı kazanmış bir üçüncü kişiye karşı, bu işlemin muvazaalı olduğu savunmasında bulunamaz.” denmektedir. Bu hükmün bir sonucu olarak yazılı borç ikrarına güvenerek mevcut olmayan bir borç için alacaklıyı tatmin eden üçüncü kişinin TBK.m.127’deki diğer şartların da sağlanması halinde alacaklıya halef olacağı kabul edilmektedir.[40]

2.Alacaklının Tatmin Edilmesi

2.1.Borcun İfası

İfa, en sade biçimiyle borçlunun borca uygun olarak edimini yerine getirmesi olarak tanımlanmaktadır. [41] Ancak özellikle borçlanılan edimin üçüncü kişi tarafından da yerine getirilebileceği göz önünde bulundurulduğunda, Serozan tarafından yapılan şu tanım daha tatmin edici bulunabilir: “İfa, hukuki işlem (bu arada özellikle sözleşme) ya da yasa gereği borçlanılmış olan edimin (işin) borçlunun ya da üçüncü kişinin etkinliğiyle, onun borca uygun edim eylemleriyle yerine getirilmesidir.”[42]

Kural olarak; yerine getirilen edimin[43] borca uygun olması şartıyla, ifa borcu sona erdirir. Ancak halefiyet bu kuralın bir istinasını oluşturur.[44] Çünkü halef olan kişi, borcu ifa etmiş olmasına rağmen borç sona ermemekte ve halefe intikal etmektedir.

Alacaklının ifa yoluyla tatmin edilmesinde, ifanın tarafları, ifa zamanı ve ifa yeri, kısmi ifa ile ilgili genel esaslar uygulanacaktır.[45]

Bu çerçevede, kural olarak borcun alacaklıya veya yetkili kıldığı bir temsilciye ifa edilmesi ve ifanın edime uygun olması gerekir. Ayrıca örneğin, borç vaktinden evvel (muaccel olmadan) ifa edilmişse, halef borçluya ancak borç muaccel olunca başvurabilecektir. Bu durum, kefilin halefiyetine ilişkin olarak TBK.m.593/3’de “Alacaklının rızası varsa kefil, asıl borcu muaccel olmasından önce de ödeyebilir. Ancak bu durumda kefil, asıl borçluya karşı rücu hakkını borcun muaccel olmasından önce kullanamaz” hükmü ile açıkça kabul edilmiştir.

Kısmi ifa ile ilgili olarak, TBK.m.84’te “borcun tamamı belli ve muaccel ise alacaklının kısmen ifayı reddedebileceği” düzenlenmiştir. Kural olarak borcun tamamının ifası gerekir; kısmi ifa istisnadır. Alacaklının kısmi ifayı reddedemeyeceği[46] veya reddetme hakkı bulunmasına rağmen kabul ettiği hallerde, kısmi ifada bulunan kişinin, ifası ölçüsünde halefiyet doğacaktır. Kefilin ifada bulunduğu ölçüde halef olacağı m.596’da açıkça düzenlenmiştir.

Kısmi ödemenin reddedilemeyeceği hallerden biri kefalette görülür. TBK.m.593/1’de,  “Borçlunun iflası sebebiyle olsa bile, borç muaccel olduğu takdirde kefil, alacaklıdan yapacağı ödemeyi kabul etmesini her zaman isteyebilir. Bir borca birden çok kişinin kefil olması durumunda alacaklı, kefillerden biri tarafından yapılacak kısmi ödemeyi, bunu öneren kefile düşen paydan az olmamak koşuluyla, kabul etmek zorundadır.” düzenlemesine yer verilmiştir.

2.2.İfa Dışında Borcu Sona Erdiren Hallerde Halefiyet

TBK.’nda halefiyete ilişkin hükümlerde “borcun ifasından” bahsedilmektedir.[47] Ancak ifa borcu sona erdiren tek hal olmayıp, ifa dışındaki borcu sona erdiren hallerin de “borcun ifası” veya daha doğru bir ifadeyle “alacaklının tatmini” anlamına gelip gelmeyeceği ve borcu bu şekilde sona erdiren kişinin halef olup olamayacağı üzerinde de durmak gerekir.

Serozan’a göre, borcu söndürüp düşüren olguların bir bölümünde (örneğin ifada ve takasta) alacaklı tatmin edilirken, bir başka bölümünde (örneğin alacaklının borçlusunu ibra etmesinde) alacaklı tatmin edilmiş olmaz.[48]Bu nedenle borcu sona erdiren her bir olgunun alacaklının tatmini şartını sağlayıp sağlamadığı bakımından değerlendirilmesi gereklidir.

Öncelikle, alacaklının rızası olmak kaydıyla, ifa yerini tutan bir edimle de alacaklının tatmininin mümkün olduğu kabul edilmektedir.[49] İfa yerini tutan edimde, borçlu, alacaklının rızası ile borçlandığı edim yerine başka bir edimi ifa ederek borcundan kurtulmaktadır.[50] Böyle bir durumda halef, borcun yerini tutmak üzere başka bir edada bulunmaktadır.[51]

Alacaklı haklı bir sebep olmaksızın, borca uygun şekilde önerilen ifayı kabulden veya ifa için gerekli hazırlık fiilerini yapmaktan kaçınırsa, TBK.m.106 gereğince alacaklı temerrüde düşer.[52] Bu durumda, borcu ifa edecek olan kişi tarafından, borcun konusunun mahkemece tayin edilen yere tevdi edilmesi ile halefiyet doğacaktır.

Kefilin halefiyetinde bu hususta özel bir hüküm bulunmaktadır. TBK.m.593/2’de “Alacaklı haklı bir sebep olmaksızın ödemeyi kabul etmekten kaçınırsa, kefil borcundan kurtulur; birlikte müteselsil kefalette ise, kefillerin sorumluluğu kendilerine düşen pay miktarınca azalır.” denmektedir. Bu durumda, kefil, alacaklının haklarına halef olmak istiyorsa, tevdi yoluyla bunu gerçekleştirebilir; ancak tevdi yoluna başvurma zorunluluğu bulunmamaktadır.[53]

Takas, iki kişinin karşılıklı ve aynı cinsten muaccel borçlarının, birbirini karşıladığı oranda, taraflardan birinin tek taraflı irade açıklamasıyla sona erdirilmesidir.[54]

Borçtan şahsen sorumlu olan bölünemez borcun borçlusu, müteselsil borçlu veya kefil, alacaklıdan olan aynı cins bir alacağı ile alacaklının kendisinden olan alacağını takas edebilir. (Ancak bu borçlulardan biri, asıl borçlunun alacaklıdan olan alacağını takasa konu edemezler; çünkü bu halde alacaklar karşılıklı değildir.[55]) Ancak yasada, takasın halefiyetin doğumunu sağlayıp sağlamayacağı konusunda açık bir düzenleme bulunmamaktadır.

TBK.m.166/1 hükmünde “Borçlulardan biri, ifa veya takasla borcun tamamını veya bir kısmını sona erdirmişse, bu oranda diğer borçluları da borçtan kurtarmış olur.” denmektedir.

Bu durumda, ifa söz konusu olmamakla birlikte, takasın alacaklının tatmini kavramını karşıladığı kabul edilebilir.  Diğer taraftan, Kılıçoğlu TBK.m.127 gereğince üçüncü kişiler lehine doğacak halefiyet bakımından, alacakların karşılıklı olması şartının aranmaması gerektiğini, böylece üçüncü kişinin, alacaklıdan olan bir alacağı ile borçlunun yerine ifa edeceği borcu takas edebilmesi ve bu şekilde halefiyetin doğabilmesi gerektiği belirtilmektedir.[56]

Takas hakkı müteselsil borçlulardan hangisinin şahsında doğmuşsa onun tarafından kullanılabilir; bu durumda müteselsil borçlulardan biri tarafından ileri sürülen takas, diğerlerini de borçtan kurtarır. Takasın kullanılmasında tereddüt bulunan hallerde, diğer müteselsil borçlular bunu gerekçe göstererek ifadan kaçınamaz.[57] Ancak, kefil için özel bir düzenleme bulunmaktadır; m.140’da “Asıl borçlunun takası ileri sürme hakkı bulundukça, kefili de alacaklıya ifada bulunmaktan kaçınabilir.” düzenlemesi bulunmaktadır.

Alacaklıya karşı takas hakkını kullanmayan bir müteselsil borçlu, borcu ifa ederek alacaklıya halef olan kişinin kendisine başvurması durumunda, artık alacakların karşılıklı olması söz konusu olmadığından takas hakkını kullanamaz.[58]

TBK.m.166/2’de “Borçlulardan biri, alacaklıya ifada bulunmaksızın borçtan kurtulmuşsa, diğer borçlular bundan, ancak durumun veya borcun niteliğinin elverdiği ölçüde yararlanabilirler.” hükmü bulunmaktadır. Bu nedenle borcun ifa ve takas dışında bir sebeple sona ermesi halinde, bu sebebin niteliğine göre bir değerlendirme yapmak gerekir.[59]

İbra, TBK.’nun 132. maddesinde düzenlenmiş olup, alacaklı ile borçlu arasında yapılan ve alacaklının borçluyu borçtan kurtarması sonucu borcun son bulduğu bir sözleşmedir.[60]

TBK.m.127’de düzenlenen, borçtan şahsen sorumlu olmayan üçüncü kişiler lehine halefiyette alacaklının borçtan sorumlu olmayan bir kişiyi borçtan kurtarması söz konusu olamayacağından, bu hükme dayanan halefiyette ibra söz konusu olamayacaktır.[61]

Ancak borçtan şahsen sorumlu olan müteselsil borçlular ve kefillerin alacaklı tarafından borçtan kurtarılması durumunda, bu kişilerin borcu ifa etmiş veya ödemiş olması durumundaki gibi halefiyet söz konusu olacak mıdır?

Kılıçoğlu, gerek kefalet gerekse müteselsil borçlulukta, alacaklının borçtan sorumlu olan kişiyi, bağışlama amacıyla borçtan ibra etmesi durumunda onun lehine bir halefiyetin doğmasını sağlamış olacağını belirtmektedir.[62] Kefilin ibrası bakımından ileri sürülen aksi görüş ise TBK.m.596/1’de “kefilin alacaklıya ifasından” bahsettiğinden, bu hükmün lafzi olarak okunması ve kefilin ibrasının kefile asıl borçluya karşı bir rücu alacağı tanımaması gerektiği yönündedir.[63]

Kanaatimizce, alacaklının borçlularla yaptığı ibra sözleşmesi neticesinde alacaklının tatmini söz konusu olmadığından, ibra edilen borçlunun alacaklının haklarına halef olması da söz konusu olmamalıdır.            

Diğer yandan, müteselsil borçlular yönünden TBK.m.166/3’te “Alacaklının borçlulardan biri ile yaptığı ibra sözleşmesi, diğer borçluları da ibra edilen borçlunun iç ilişkideki borca katılma payı oranında borçtan kurtarır.” şeklindedir. Bu hüküm uyarınca, diğer borçlular da ibra edilen borçlunun iç ilişkideki payı oranında borçtan kurtulacaktır. Ancak, anlaşmanın içeriğinden veya halin icabından diğer borçluların da borçtan ibra edilmek istendiği anlaşılıyorsa, onların kabullerine bağlı olarak borçluların tamamının da borçtan kurtulması söz konusu olabilir.[64] EBK’nda olmayan bu hüküm gereğince, borçlulardan biri alacaklı tarafından ibra edildiğinde, diğer müteselsil borçlular kalan borcu ifa ettiklerinde, ibra edilen borçlunun iç ilişkideki payı oranında borçtan kurtulmuş oldukları için ibra edilen borçluya rücu edemeyeceklerdir.

Yukarıda, borcun ifa dışında sona erme hallerinde, halefiyetin doğup doğmayacağına ilişkin öğretide yer verilen görüşler tespit edilmeye çalışılmıştır. Bu hususta, kanaatimizce, yasanın halefiyetine doğumuna ilişkin hükümlerinde açıkça ifa ve ödeme kavramlarına yer verdiği dikkate alınarak, yenileme, alacaklı ve borçlu sıfatlarının birleşmesi gibi bazı borcu sona erdiren hallerin niteliği itibarıyla alacaklının tatmini kavramını karşılamadığı bu nedenle de halefiyetin doğumunu sağlamayacağı düşünülmektedir.

3.Halefiyetin Kanun Tarafından Öngörülmesi

Türk hukukunda, halefiyet halleri sınırlı sayı (numerus clausus) prensibine tabi olup[65], yalnızca yasada açıkça öngörülen hallerde söz konusu olabilmektedir. Halefiyetin, özel bir ayrıcalık olması sebebiyle, kıyas yoluyla genişleterek yeni halefiyet halleri yaratmanın mümkün olmadığı kabul edilmektedir.[66] Yukarıda, halefiyetin rücu hakkı ile karşılaştırılması başlığı altında da yer verildiği üzere, borcu ifa edenin rücu hakkı bulunduğu her durumda, halefiyet hakkının da bulunduğu söylenemeyecektir. Rücu hakkının yasal düzenlemeler ile halefiyet ile desteklenmiş olması gerekir.

 

C.TÜRK BORÇLAR KANUNU’NDAKİ HALEFİYETE İLİŞKİN DÜZENLEMELER (KANUNİ HALEFİYET HALLERİ)

TBK’nda öngörülen halefiyet halleri, kabaca “borçtan şahsen sorumlu olanlar lehine halefiyet” ve “üçüncü kişiler (borçtan şahsen sorumlu olmayanlar) lehine halefiyet” olarak iki grupta ele alınabilir.[67]

Aşağıda öncelikle, 3. kişiler lehine halefiyet halleri (TBK.m.127), ardından borçtan şahsen sorumluluğu bulunan “müteselsil borçlular” (TBK.m.61 ve 162 vd) ve “kefil” (TBK.m.596) lehine öngörülen halefiyet halleri, incelenecektir. TBK.m.85’te “bölünemeyen borcun” borçluları lehine öngörülen halefiyet ise müteselsil borçlular lehine halefiyet bölümünde ancak ayrı bir başlık olarak incelenecektir.

  1. Üçüncü Kişi Lehine Halefiyet

TBK.m.127/1 şu şekildedir:

“Alacaklıya ifada bulunan üçüncü kişi, aşağıdaki hâllerde ifası ölçüsünde alacaklının haklarına halef olur:

  1. Başkasının borcu için rehnedilen bir şeyi rehinden kurtardığı ve bu şey üzerinde mülkiyet veya başka bir ayni hakkı bulunduğu takdirde.
  2. Alacaklıya ifada bulunan üçüncü kişinin ona halef olacağı, borçlu tarafından ifadan önce alacaklıya bildirildiği takdirde.”

Bu maddede halefiyeti doğuran iki farklı durum düzenlenmiş olup, her iki durumda da halefiyetin doğumu için borcun, borçtan şahsen sorumluluğu bulunmayan üçüncü bir kişi tarafından, kendi adına ve hesabına ifa edilmesi ortak şartı bulunduğu görülmektedir.

Şimdi maddede öngörülen iki halefiyet halini ayrı ayrı inceleyelim.

1.1.TBK.m.127/1 b.1: Başkasının borcu için rehnedilen bir şeyi rehinden kurtaran ve bu şey üzerinde mülkiyet veya başka bir ayni hakkı bulunan kişinin halefiyeti

Başkasına ait bir borcun varlığı halefiyetin genel şartlarındandır. TBK.m.127/1 b.1’e göre halefiyetin doğumu için de öncelikle başkasının borcu için rehnedilmiş taşınır veya taşınmaz bir mal söz konusu olmalıdır.

Bu bakımdan, borç başkasına değil, bizzat rehnedilen eşya üzerindeki ayni hak sahibine ait ise, bu kişinin ifa ettiği borç için başka birine yönelmesi düşünülemeyeceğinden halefiyet doğmayacaktır.[68]

Başkasının borcu için rehnedilmiş olan mal üzerinde mülkiyet veya başka bir ayni hakkı bulunan kişinin, borcu ifa suretiyle rehinli malı kurtarmasında elbette menfaati vardır.[69]

Dolayısıyla, başkasına ait bir borç için rehnedilen şeyi rehinden kurtaran herkes değil rehinli malın maliki veya mal üzerinde başkaca bir sınırlı ayni hakkı bulunan kişi alacaklının haklarına halef olur.

Bu sınırlı ayni hak bir rehin hakkı olabileceği gibi (böyle bir durumda, rehinli bir alacaklıyı, başka bir rehinli alacaklının tatmini söz konusudur) eşyaya bağlı bir irtifak hakkı, intifa hakkı, oturma hakkı veya taşınmaz yükü şeklinde başka bir sınırlı ayni hak da olabilir.

Rehinden kurtarılan mal üzerindeki rehin ise, taşınır rehni, gemi ipoteği, ticari işletme rehni, hak ve alacak rehni, hapis hakkı[70], ipotek, ipotekli borç senedi gibi tüm rehin haklarını ifade etmektedir.[71]

TBK.m.127’de başkasının borcu için rehnedilen şeyin, malın maliki veya başkaca ayni hak sahibi tarafından rehinden kurtarılmasından bahsedilmektedir. Ancak Yargıtay’ın rehinli malın icra takibi sonucunda satılması durumunda da halefiyetin gerçekleşeceği yönünde kararları bulunmaktadır. Yargıtay 23. HD’nin 2013 tarihli bir kararında[72] “..Müflisin borcu için üçüncü bir kişinin rehin vermesi halinde rehinli mal iflas masasına giremez. Alacak, iflas masasına adi alacak olarak kaydedilir. Alacaklı rehnin paraya çevrilmesi yoluyla rehni paraya çevirerek alacağını alırsa tasfiye sonunda onun hissesine düşen para kendisine verilmez. Kanuni halef durumundaki rehnin maliki üçüncü şahsa ödenir.” denmektedir.

Yargıtay’ın satılan rehinli malın malikini kanuni halef olarak kabul ettiği görülmekte olup, Kanunun lafzı, taşınmazın rehinden kurtarılması amacıyla yapılacak ödeme sonucunda halefiyetin doğacağı yönünde ise de rehinli taşınmaz maliki rehinli malın paraya çevrilmesini engelleyememiş ve alacaklı bu yolla tatmin edilmiş ise rehinli malın malikinin evleviyetle halef olduğu kabul edilmelidir. Zaten maddede öngörülen rücunun da temeli halefiyettir.

Reisoğlu, sonradan rehin veren üçüncü kişinin kefile başvurmasının ön koşulunun, m.596/4’te[73] açıkça değinilmese de, rehin veren üçüncü kişinin tıpkı kefil gibi yasadan ötürü alacaklının haklarına halef olması olduğunu belirtmektedir.[74]

Bu noktada üzerinde durulması gereken önemli bir husus da, ipotek verenin kısmi ödeme yapması durumunda, alacaklının kalan alacağı için ipotek veren üçüncü kişi karşısında bir önceliği olup olmayacağıdır. Aşağıda, halefiyette alacaklının hukuki durumu açıklanırken üzerinde ayrıca duracağımız, kefalet yönünden yasada açıkça kabul edilen “alacaklı zararına halefiyet olmaz ilkesi” gereğince, kefilin kısmi halefiyeti durumunda, alacaklının kalan alacağı için halef olan kefile bir önceliği bulunmaktadır. Ancak bu kural üçüncü kişinin malı üzerinde bir başkasının borcu için ipotek vermesi durumunda işlemez.  Malını rehinden kurtarmak amacıyla kısmi ödeme yapan üçüncü kişi, alacaklının haklarına kısmen halef olur ama alacaklı kalan alacağı için ipotek veren halefe öncelikli değildir; bunlar arasında teminatların oransal olarak paylaşılması söz konusu olacaktır.

Burada TBK.m.127/1 b.1 ile Türk Medeni Kanunu’nun 884. maddesinde yer alan düzenleme arasındaki bağlantıya da kısaca değinmek gerekir:

TMK.m.884;“Borçtan şahsen sorumlu olmayan rehinli taşınmaz maliki, borçluya ait koşullar içinde borcu ödeyerek taşınmazın üzerindeki ipoteğin kaldırılmasını isteyebilir.

Alacak, borcu ödeyen malike geçer.” hükmünü içermektedir.

Bu madde, borçtan kişisel sorumluluğu bulunmayan malike borcu ödeyerek taşınmazın paraya çevrilmesini önleme yetkisi verilmiştir.[75] Öğretide, “alacak borçluya geçer” ifadesi, halefiyet olarak kabul edilmektedir.[76] Bu halde, söz konusu madde TBK.m.127/1 b.1 ile aynı konuyu daha dar kapsamda düzenlemiştir. Çünkü, TMK.m.884’te rehinli malın yalnızca taşınmaz olması durumunda ve yalnızca taşınmazın maliki yönünden doğacak halefiyeti düzenlemiştir. Oysa TBK.m.127/1 b.1 hem taşınır hem taşınmaz mallar için, ayrıca mülkiyet dışında diğer ayni hak sahipleri yönünden halefiyet hallerini düzenlemiştir.

1.2.TBK.m.127/1 b.2: Borçlunun alacaklıya ihbarı ile halefiyet

Halefiyetin genel şartları bölümünde de belirtildiği gibi, borcun, bizzat borçlu tarafından ifa edilmesinde alacaklının menfaati bulunmadıkça borçlu, borcunu şahsen ifa etmekle yükümlü değildir.

Borcunu ifa edemeyen borçlunun, yerine borcu ifa edecek üçüncü kişileri bulmasını kolaylaştırmak amacıyla kanun koyucu bu şekilde borcu ifa eden kişiler lehine bir halefiyet öngörmüştür.[77] Bu halefiyet diğer halefiyet hallerinden farklı olarak genel bir halefiyet şekli olup, borcu ifa edecek kişi ile ilgili özel bir şart aranmaksızın borçlunun ihbarının temini ile herhangi bir üçüncü kişinin halef olması sağlanabilmektedir.

Bu şekilde halefiyetin doğumu için borçlunun, kendisi yerine ifada bulunacak kişinin alacaklıya halef olacağını, alacağın ifa edilmesinden önce veya en geç ifa anında alacaklıya ihbar etmesi gerekir. Bu andan sonra yapılan bildirim, üçüncü kişinin ifası borcu sona erdirdiği için, bunu tekrar canlandırıp halefiyet ilişkisi doğurmaz.[78]

Yargıtay 12. HD’nin 1979 tarihli bir kararında[79], “Borçlunun bilgisi dışında ödeme yapılması halinde, vekaletsiz tasarrufta bulunma söz konusudur. Üçüncü kişi, burada borçlunun temsilcisi olarak hareket etmiş demektir. Kural olarak, temsilcinin yaptığı her işlem, temsil olunan kimsenin ancak rızası ve muvafakatı ile geçerli olursa da, üçüncü bir kimsenin borcu ödemiş olmasında bu kural aranmaz. Zira, böyle bir ödeme, hiçbir zarar doğurmayan, faydalı bir sonuç doğurur. ..Ancak bu kabil ödemede bulunan kişiler de alacaklının halefi durumuna geçemezler. Şöyle ki, alacaklıya halef olma, iki suretle meydana gelebilir ( BK. 109 ). Birincisinde, halefiyet borçlunun iradesinden doğar. Burada borçlu veya temsilcisi, alacaklıya ya da temsilcisine, ödemede bulunan üçüncü kişinin kendisine halef olacağını bildirir. Bu bildirmenin, ödemeden evvel veya en geç ödeme sırasında yapılmış olması, zorunludur.” denmiştir.

Öğretide, ihbarın tek taraflı ve varması gerekli bir irade açıklaması olduğu ve niteliğinin, kanuni şarta bağlı bir hukuki işlem olduğu belirtilmektedir.[80] İhbarı yapacak olan borçludur ve müteselsil borçluluk söz konusu ise ihbarın borçluların tamamı tarafından yapılması gerekir. İhbarın muhatabı ise alacaklıdır. Müteselsil alacaklılık söz konusu ise, birine yapılan ihbar halefiyetin doğumu için yeterlidir. Bölünebilir bir borcun birden fazla alacaklısı varsa, ihbar edilen alacaklıya ait hisse ile ilgili olarak kısmen halefiyetin doğabileceği kabul edilmektedir. Bölünemeyen bir borcun birden çok alacaklısı bulunması durumunda ise ihbarın alacaklıların tamamına yapılması gerekir.[81]

Yasada, ihbar herhangi bir geçerlilik şekline tabi tutulmamıştır. Hatta bunun bir davranışla dahi yapılabileceği yönünde görüşler vardır.[82] Ancak ispat konusunda HMK’nda yer alan ispat kuralları ile bağlı olunduğu tabiidir. Bu nedenle HMK’nun 200 ve 201. maddelerinde[83] yer verilen senetle ispatın zorunlu olduğu hallerde, ihbarın yapıldığının bu hükümler çerçevesinde ispatı gerekecektir.

2.Borçtan Müteselsilen Sorumlu Olanlar Lehine Halefiyet

TBK.’nun muhtelif maddelerinde müteselsil borçluluk veya müteselsil sorumluluk halleri öngörülmüştür. Çalışmamızın bu bölümünde, TBK’nun müteselsil borçluluk ile ilgili temel esasların düzenlendiği 162 vd. maddeleri kapsamındaki halefiyet incelenecektir.

Ancak, TBK.’nda, örneğin borca katılanın sorumluluğu[84] (m.201),  bir yapının sebep olduğu zarardan malik ile birlikte oturma ve intifa hakkı sahiplerinin sorumluluğu (m.69), bir malvarlığını devreden ile devralanın alacaklılara karşı sorumluluğu (m.202), birlikte vekalet verenlerin sorumluluğu (m.511) ve diğer bazı hallerde müteselsil sorumluk öngörülmüştür. Bunlar 162 vd. maddelerinde düzenlenen müteselsil borçluluğun birer görünümü olduğundan bu hallerde halefiyetin doğumu ayrıca incelenmeyecek, müteselsil borçluluğa ilişkin 162 vd. maddeleri için yaptığımız açıklamalar yasada müteselsil sorumluluk öngörülen tüm haller için geçerli olacaktır.

Şunu da belirtelim; TBK.m.61 ve 62’de yer alan birden çok kişinin haksız fiilden sorumluluğuna ilişkin düzenleme de kanunda düzenlenen müteselsil sorumluluk hallerindendir. Ancak TBK, 818 sayılı eski Borçlar Kanunu dönemindeki haksız fiil sorumluluğunda uygulanan eksik teselsül ve tam teselsül ayrımını ortadan kaldırmış olup, haksız fiil sorumluları yönünden açıkça halefiyeti öngörmüştür. Bu bakımdan haksız fiil sorumluları için öngörülen halefiyet bir başlık altında incelenecektir.

2.1. Müteselsil Borçlulukta Rücu Hakkı ve Halefiyetin Amacı

Aşağıda detaylı olarak inceleneceği üzere müteselsil borçluların her biri, alacaklı karşısında borcun tamamından sorumludur. Borçluların alacaklı karşısındaki durumu bu olmakla birlikte, borcun ifası sonrasında bu defa birbirleri karşısındaki durumları ayrı bir hukuki durum olarak karşımıza çıkar. Müteselsil borcun doğumu ile birlikte borçlular arasında “iç ilişki” denilen bir kanuni borç ilişkisi doğmakta olup, borcun müteselsil borçlular arasında hakkaniyete uygun bir şekilde denkleştirilmesi, yani paylaştırılması gündeme gelmektedir.[85]

Başka bir ifadeyle, müteselsil borçlulardan her biri alacaklı karşısında borcun tamamından sorumlu olmakta, ancak borçluların kendi aralarındaki iç ilişkide hangi borçlunun borcun ne kadarlık kısmından sorumlu olduğuna dair ayrı bir borç ilişkisi doğmaktadır.  İç ilişkinin amacı, müteselsil sorumluların alacaklı veya zarar gören ile aralarındaki dış ilişkide alacaklı veya zarar görenin korunması amacıyla müteselsil sorumlular arasında yapılamayan zarar paylaşımının yapılmasıdır.[86]

Bu paylaşımın yapılmasında, yasa koyucu, borcu ifa eden müteselsil borçlunun diğer müteselsil borçlulara rücu edebileceğini ve alacaklıya halef olacağı düzenlemiştir.

2.2. TBK.m.167-168 Çerçevesinde Halefiyet

TBK.m.167’de[87] müteselsil borçlular arasındaki iç ilişkide paylaşım; 168. maddede[88] ise rücu hakkına sahip olan borçlunun alacaklıya halef olacağı düzenlenmiştir.

Aşağıda öncelikle müteselsil borçluluğun ne olduğu tespit edilmeye çalışılacak, arkasından halefiyetin doğumuna ilişkin genel şartlar daha önce incelendiğinden burada aynı hususlara yeniden değinilmeyerek, müteselsil borçlulukta halefiyetin doğumuna ilişkin özellik arz eden şartlar incelenecektir.

2.2.1. Müteselsil Borçluluktan Doğan Halefiyetin Şartları

Müteselsil borçlulardan birinin, alacaklıya yaptığı ifa ile diğer borçlulara bir yararı dokunmuş ise, yani aralarındaki iç ilişki gereğince ödemesi gerekenden fazla bir miktarda ödeme yapmış ise, bu borçlu, söz konusu yarar karşılığında kendi malvarlığında oluşan ve normal şartlarda katlanması gerekmeyen azalmayı rücu hakkını kullanarak karşılayacaktır.[89] İşte müteselsil borçluların aralarındaki iç ilişkide sahip oldukları ve yasa tarafından özel olarak tanınan bu rücu hakkı, halefiyet ile kuvvetlendirilmiştir.

TBK.m.167 ve 168.’de yer alan hükümler gereğince, halefiyetten bahsedebilmek için borcu ifa eden müteselsil borçlunun diğer borçlulara rücu hakkının doğmuş olması gerekir. zira m.168’de rücu hakkı bulunan borçlunun, ifası ölçüsünde alacaklıya halef olacağı düzenlenmiştir. Bu kapsamda, rücu hakkının varlığının halefiyetin bir şartı olduğunu söylemek yanlış olmaz.

  1. Müteselsil Bir Borcun Varlığı

Müteselsil borç, birden fazla borçlunun her birinin, alacaklıya (veya alacaklılara) edimin tamamını ifa etmekle yükümlü olduğu, borçlulardan birinin ifada bulunmasıyla borcun sona erdiği ve buna bağlı olarak diğer borçluların da borçtan kurtulduğu bir birlikte borçluluk türünü ifade eder.[90]

Bu tanımda yer bulan özellikleri itibarıyla, müteselsil borçluluk; yine birlikte borçluluk türleri olan kısmi borçluluk ve elbirliği ile borçluluktan ayrılmaktadır.

Birden çok borçlunun, aralarında bir teselsül ilişkisi bulunmaksızın, bölünebilir bir edimin bir parçasının diğer borçlulardan ayrı ve bağımsız olarak borçlanıldığı durumlarda kısmi borçluluk söz konusu olur. Kısmi borçlulardan her biri, alacaklı karşısında borcun yalnızca bir kısmından sorumlu olmaktadır. Alacaklı, borçlulardan birine borcun tamamı için başvurmamaktadır. Buna bağlı olarak borçlulardan birinin alacaklı karşısında diğer borçluların borcunu ödemek zorunda kalması ve bu nedenle diğerlerine başvurması söz konusu olmaz.[91] Ancak kısmi borçlulardan biri, diğer bir kısmi borçlunun borcunu ifa etmiş ise, bu halde diğerine vekalet sözleşmesi, vekaletsiz iş görme veya sebepsiz zenginleşme temelinde talebini yönlendirebilecek, buna karşın borcu ifa eden borçlunun alacaklıya halef olması söz konusu olmayacaktır.[92]

Elbirliği ile borçluluk ise, borçluların hepsinin birlikte hareket ederek yerine getirmekle yükümlü oldukları tek bir borcun söz konusu olduğu durumlarda görülür. Borçlular borcu hep birlikte ifa etmekle yükümlü olup, alacaklı da talebini tüm borçlulara birden yöneltmelidir.[93] Borçlular arasındaki içi ilişkide ise her bir borçlu edimin bir bölümünden sorumlu olacağı için, herhangi bir sebeple (borcun ihlal edilmesi, imkansızlaşması vb.) borçlulardan birinin, diğer bir borçlunun payına düşen edimi de ifa etmesi halinde ona rücu etmesi söz konusu olacaktır. Ancak bu rücu, halefiyete dayanan bir rücu olmayıp, kısmi borçlulukta olduğu gibi sözleşme (örneğin vekalet), vekaletsiz iş görme veya sebepsiz zenginleşme sebeplerinden birine dayanabilecektir.

Müteselsil borçluluk, edimin bölünebilir olup olmaması bir önem arz etmeksizin, borçluların her birinin borcun tamamından alacaklıya karşı sorumlu olduğu borç türüdür. Bu borçluluk türü ile ilgili genel nitelikteki düzenleme olan TBK’nun 162. maddesinde; “Birden çok borçludan her biri, alacaklıya karşı borcun tamamından sorumlu olmayı kabul ettiğini bildirirse, müteselsil borçluluk doğar.

Böyle bir bildirim yoksa, müteselsil borçluluk ancak kanunda öngörülen hâllerde doğar.”  denmekle müteselsil borçluluğun taraf iradeleri doğrultusunda sözleşmeden[94] doğabileceği gibi kanundan da doğabileceği düzenlenmiştir.[95]

  1. Alacaklıya İç İlişkideki Payını Aşan Bir İfada Bulunmuş Olmak

Müteselsil borçlunun rücu hakkının doğabilmesi için alacaklının talepte bulunması yetmez, borçlunun alacaklıya karşı etkili bir biçimde ödemede bulunmuş olması ve yapılan bu ödemenin diğer müteselsil borçlularla arasındaki iç ilişki gereğince kendisine düşen payı aşması gerekir. Bu durum rücunun “düzeltme fonksiyonunun” da bir gereğidir.[96] Gerçekten, borcu ödeyen müteselsil borçlunun ancak iç ilişkideki payını aşan bir ödeme yapmış olması durumunda, kendisi ile aynı ölçüde borçlu olan diğer kişilere göre daha kötüleşen durumunun düzeltilmesi talebi haklı görülebilir.

Burada anılan borcun ifası ve alacaklıya etkin bir ödeme yapılması hususunda daha evvel  “halefiyetin genel şartları” bölümünde yaptığımız açıklamaların aynen geçerli olduğunu; bu kapsamda, alacaklının ifa yerini tutan edimle veya takas yoluyla tatmin edilmesinin de mümkün olduğunu; ayrıca kısmi ifada, ifa edilen kısım borçlunun iç ilişkideki payını aşıyorsa bu kısım için de denkleştirme talebinin söz konusu olabileceğini belirtelim.[97]

Peki borcu ifa eden müteselsil borçlu, diğer borçlulara hangi oranda rücu edebilecektir? TBK.m.167/1’de “aksi kararlaştırılmadıkça veya borçlular arasındaki hukuki ilişkinin niteliğinden anlaşılmadıkça, borçlulardan her birinin, alacaklıya yapılan ifadan, birbirlerine karşı eşit paylarla sorumlu oldukları”, aynı maddenin 2. fıkrasında ise, müteselsil borçlulardan birinin alacaklıya kendisine düşen paydan fazla ifada bulunursa, “ödediği fazla miktar için diğer borçlulardan her birine ancak kendi payları oranında rücu edebileceği" düzenlenmiştir.

Bu düzenlemeden de anlaşılacağı üzere, müteselsil borçlulukta, borçluların iç ilişki gereğince birbirlerine olan sorumluluğunda, kısmi borçluluk esasları uygulanır; diğer bir deyişle iç ilişkide teselsül olmaz, ancak bunun aksi kararlaştırılabilir.[98] Bu kapsamda, müteselsil sorumlular, kendi aralarında, sorumluluğun tamamının borçlulardan yalnızca birine ait olacağını kararlaştırmışsa, sözleşme serbestisi ilkesi gereğince bu anlaşma geçerli olacak ve borcu ödeyen müteselsil borçlulardan biri, borcu nihai olarak yükleneceği kararlaştırılan borçluya rücu edebilecektir.[99]

Bu hususta son olarak, m.167/3’de “kendisine rücu edilen borçlulardan birinden alınmayan miktarın diğer borçlular arasında eşit olarak paylaştırılması” esasının kabul edildiğini de belirtelim.

  1. Rücu Hakkının Doğmasına Engel Bir Hal Bulunmaması

İç ilişkide kendisine düşen paydan fazlasını ödeyen müteselsil borçlunun rücu hakkının doğabilmesi için, TBK.m.164/2 gereğince, ortak def’i ve itirazları ileri sürmüş olması gerekmektedir.

İtiraz, bir hakkın doğumuna engel olan veya sona ermesine yol aşan maddi bir vakıa; defi ise, kendisinden faydalanacak olan kişiye, bir başkası tarafından sürülen hakkı kısmen veya tamamen etkisiz kılma, sonuçlarını sınırlama engelleme veya ortadan kaldırma imkanı tanıyan özel bir sebep olarak tanımlanmaktadır.[100]

Ortak defi ve itirazlar, asıl borç ilişkisinden kaynaklanan ve müteselsil borçlulardan her biri tarafından ileri sürülebilen, objektif özellik gösteren savunma sebepleridir.[101]

TBK.m.164/2’de “Müteselsil borçlulardan biri, alacaklıya karşı, ancak onunla kendi arasındaki kişisel ilişkilerden veya müteselsil borcun sebep ya da konusundan doğan def’i ve itirazları ileri sürebilir.

Müteselsil borçlulardan biri ortak def’i ve itirazları ileri sürmezse, diğerlerine karşı sorumlu olur.” hükmü bulunmaktadır.

Bu düzenlemeye göre müteselsil borçlu borcun sebep ve konusundan doğan ortak def’i ve itirazların ileri sürülmemesi durumunda diğer borçlulara karşı sorumlu olacağı belirtilmiştir.

Örneğin, borcun hiç doğmadığı, geçerlilik şartlarına uyulmadığı (şekle veya kanuna aykırılık gibi), borcun sona erdiğine ilişkin defi ve itirazlar bu türedendir.

Buna karşın müteselsil borçlulardan biri, alacaklıyla ilişkisinden ortaya çıkan bir takım kişisel itiraz ve defilere de sahip olabilir.  Kişisel savunma sebepleri, sadece ilgili borçlu tarafından ileri sürülebilen sebepler olup, diğer borçluların bunlardan yararlanması söz konusu olmaz. Bu durumda, müteselsil borçlulardan birinin, sahip olduğu kişisel itiraz veya defiyi ileri sürmeden borcu ifa etmesi, diğer borçlulara rücu hakkını ortadan kaldırmaz.[102]

Anılan maddede müteselsil borçlulardan birinin ortak defi ve itirazı ileri sürmeden ödemede bulunması halinde diğer borçlulara karşı sorumlu olduğu düzenlenmiş ise de bu sorumluluğun ne olduğu açıkça belirlenmemiştir.

Öğretide kefalet sözleşmesinde def’ilere ilişkin m.591/3 hükmünün kıyasen uygulanarak, ortak def’inin bilindiği veya bilinmesi gerektiği halde ileri sürülmemesi durumunda rücu hakkının kaybedileceği veya bir süre ileri sürülemeyeceği kabul edilmektedir.[103]

Örnek olarak, A ve B isimli iki kişi, C’ye karşı, 10.000 TL’yi müteselsil olarak borçlanmış ve iç ilişkide eşit olarak (her birinin 5.000 TL için) sorumlu olduklarını kararlaştırmış olsunlar. A, C’den olan 5.000 TL’lik alacağı ile borcun 5.000 TL’lik kısmını takas etmiş iken, C borcun tamamını B’den talep ettiğinde B takas sonucu borcun 5.000 TL’ye indiğini ileri sürmeksizin borcun tamamını öderse, halefiyetten doğan rücu hakkını A’ya karşı kullanamayacak, A kendisine yönelen bu talebi reddedebilecektir.[104]

Diğer taraftan müteselsil borçlunun, ifada bulunduğunu diğer borçlulara bildirmemesi ve diğer borçluların ikinci defa ifada bulunmuş olması durumunda (yine kefilin bildirim yükümlülüğüne ilişkin m.597’ye kıyasen) rücu hakkının kaybedilmiş olacağı kabul edilmektedir.[105] Yukarıdaki örnekte, A’nın payını aşacak şekilde 7.000 TL’lik bir ödeme yapması ve bunu diğer borçlu B’ye bildirmemesi halinde, durumdan haberdar olmayan ve olması da beklenmeyecek olan B’ye karşı rücu hakkını kaybetmiş olacaktır.

2.3. TBK.m.62 Çerçevesinde Halefiyet

TBK.’nun “Haksız Fiillerden Doğan Borç İlişkileri” ayrımında yer alan “müteselsil sorumluluk” başlığı altında 61. maddede dış ilişki, 62. maddede iç ilişki düzenlenmiştir.[106]

Bu kapsamda, bir zarardan birden fazla kişi sorumlu ise, yasa bu kişileri zarar gören karşısında müteselsilen sorumlu tutmuştur. Bu nedenle dış ilişkide, borçluların her biri borcun tamamından sorumlu olacaktır.

Dış ilişkide borcun, borçlulardan biri tarafından ifa edilmesinden sonra ise, bu defa müteselsil sorumlular arasındaki iç ilişkideki denkleştirme sorunu yani borcu ifa eden borçlunun diğer borçlulara rücu hakkı gündeme gelecektir. Buna ilişkin açıklamalara geçmeden önce, EBK’da konuya ilişkin düzenleme üzerinde kısaca durulmasında yarar görülmektedir.

2.3.1.EBK’da Yer Alan Eksik Teselsül-Tam Teselsül Ayrımı

EBK.m.50’de birden fazla kişinin aynı hukuki sebepten dolayı birlikte bir zarara sebep olması durumunda bunların zarardan müteselsilen sorumlu olduğu ve hakimin her bir borçlunun kusurunu dikkate alarak her birinin zararın ne kadarından sorumlu olduğunu takdir edeceği düzenlenmiş idi. Bu durum öğretide tam teselsül olarak nitelendirilmekteydi.[107]

EBK.m.51’de ise, birden fazla kişinin aynı zarardan farklı hukuki sebepler (haksız fiil, sözleşme, kanun) nedeniyle sorumlu olması durumunda, hakim tazminatı paylaştırırken maddede belirtilen sırayı (haksız fiil, sözleşme, kanun) gözetmekte idi. Bu da eksik teselsül olarak nitelendirilmekteydi. Söz konusu sıralama kusur esas alınarak yapılmakta olup, sorumluluk kategorileri arasında bir tür hiyerarşi öngörülmüştü.[108] Bu çerçevede, kanun gereğince (kusursuz sorumluluk halleri nedeniyle) sorumlu olan, zararı gidermişse, hem sözleşmeden dolayı sorumlu olana hem de haksız fiil sorumlusuna rücu edebilirken, sözleşme sorumlusu yalnızca haksız fiil sorumlusuna rücu edebilmekteydi. Nihai sorumluluk haksız fiilin failinde kalmaktaydı. Bu ayrımın yürürlükte olduğu dönemde, 168. maddede (EBK.m.147) düzenlenen halefiyetin, yalnızca tam teselsül hallerinde söz konusu olacağı, eksik teselsül hallerinde halefiyetin söz konusu olmayacağı belirtilmekteydi.[109]

Ayrıca, tam teselsülde bir borçlu için zamanaşımı kesilince, diğer borçlular yönünden de kesilmiş sayılmakta; eksik teselsülde ise böyle bir durum söz konusu olmamaktaydı.[110]

EBK’ndaki bu düzenleme, müteselsil sorumlular arasındaki iç ilişkideki denkleştirme mantığına aykırı olduğu gerekçesi ile öğretide eleştirilmekteydi.[111]

TBK’nda böyle ayrım kabul edilmemiş, zarara gerek aynı sebeple gerekse farklı sebeplerle birlikte yol açanların sorumluluğu bakımından, müteselsil sorumluluğa ilişkin genel hükümlere açıkça atıf yapılmak suretiyle tam teselsülün uygulanacağı kabul edilmiştir.[112] Bu bakımdan, önceden eksik teselsül olarak nitelendirilen hallerde de ödeme yapan borçlu, alacaklının haklarına halef olacaktır.[113]

Burada kısaca öğretide de üzerinde tartışılan bir konuya da değinmekte yarar görüyoruz:

Bir zarardan dolayı müteselsil sorumluluğu düzenleyen 61. maddede “aynı zarardan çeşitli sebeplerle sorumlu” olan kişiler için, tam teselsül düzenlendiğinden ve iç ilişkide birbirlerine rücu ederken halefiyetten yararlanabildiklerinden, acaba garanti sözleşmesi çerçevesinde sorumlu olan kişinin de “aynı zarardan çeşitli sebeplerle sorumlu olan kişi” bağlamında halefiyetten yararlanması söz konusu olabilecek midir?

Garanti sözleşmesi, garanti veren ile alacaklı arasında kurulan, asıl borç ilişkisinden bağımsız ve tali (ikincil) nitelikte bir sözleşmedir. Garanti veren garanti alanın karşı karşıya olduğu ekonomik riski üstelenmekte[114]; riskin gerçekleşmesi halinde oluşacak zararı karşılamayı taahhüt etmektedir.[115] Ancak garanti veren, bizzat zarardan sorumlu olmayıp, “zararın karşılanmasına ilişkin olarak para ödenmesi” borcu altına girmektedir. Bu bakımdan garanti veren haksız fiil veya borca aykırılık nedeniyle oluşan zarardan sorumlu kişilerden değildir.[116]

Dolayısıyla, garanti verenin m.61’de belirtilen sorumlulardan olmadığı, bu nedenle garanti sözleşmesi çerçevesinde borcunu ifa etmesi nedeniyle asıl borçluya ancak iç ilişkideki özel rücu sebeplerine dayanarak bir talepte bulunabileceği; ancak halefiyetten yararlanamayacağı yönündeki görüşe[117] katılmaktayız.

2.3.2. Haksız Fiil Sorumluluğunda Halefiyetin Doğumu ve Rücu Hakkının Kapsamı

EBK.m.51/2’de yer alan rücudaki sıralamaya benzer bir hüküm TBK.m.62/1’de yer almamaktadır. 62. madde kapsamında, zarar görene karşı borcun tamamından sorumlu olan müteselsil borçluların her birinin, iç ilişkide bu tazminatın ne kadarından sorumlu olduğunu hakim belirleyecektir. 62/1 hükmü gereğince, tazminatın aynı zarardan sorumlu olan müteselsil sorumlular arasında paylaştırılmasında, bütün durum ve koşullar, özellikle onlardan birine yüklenebilecek kusurun ağırlığı ve yarattıkları tehlikenin yoğunluğu göz önünde tutulur. “Yaratılan tehlikenin yoğunluğu” ibaresini “zarar vermeye elverişlilik (uygunluk) derecesi olarak anlamak gerekir.[118]

Belirlenen bu paydan fazlasını ödemiş olan müteselsil borçlu, 62/2 hükmü gereğince, yaptığı bu fazla ödeme için diğer müteselsil sorumlulara karşı rücu hakkına sahip ve alacaklının haklarına halef olacaktır. Rücuda teselsül olmaz ilkesi gereğince, zarar görenin zararını tazmin eden sorumlu, diğer sorumlulara ancak iç ilişkideki payları oranında rücu edebilir.[119]

Örneğin, Yargıtay bir kararında[120], vekaletnamede yetki olmadan gerçekleştirilen taşınmaz satışı nedeniyle, hazine tarafından taşınmazın eski malikine ödenen tazminat, işlemi gerçekleştiren tapu müdürlüğü çalışanlarına rücu davası yolula talep edilmiş, mahkemece iki tapu çalışanın zarardan müteselsilen sorumlu olduğu yönünde karar verilmiş, ancak Yargıtay “zarar verenler, zarar görene karşı müteselsilen sorumlu iseler de rücu davasında kusurları oranında sorumludur.” şeklinde karar vermiştir.

Burada, 162 vd. maddelerinde düzenlenen iradi müteselsil borçlulukta olduğu gibi aksi kararlaştırılmadıkça payların eşit olduğu kuralının uygulanmadığına dikkat edilmelidir. Paylar hakim tarafından belirlenecektir.

  1. Bölünemeyen Borçlarda Halefiyet

TBK.’nun 85. maddesinde;

“Bölünemeyen bir borcun birden çok alacaklısı varsa, alacaklılardan her biri, borcun alacaklıların tamamına ifasını isteyebilir. Borçlu, edimini alacaklıların hepsine birden ifa etmek zorundadır.

Bölünemeyen borcun birden çok borçlusu varsa, borçlulardan her biri borcun tamamını ifa etmekle yükümlüdür.

Durumun gereğinden aksi anlaşılmadıkça, ifada bulunan borçlu, alacaklıya halef olur ve diğer borçlulardan payları oranında alacağını isteyebilir.”

şeklinde bir hüküm bulunmaktadır.

Maddenin 2. fıkrasında öngörülen şekilde bir halefiyetin doğumu için halefiyetin genel şartları bölümünde yer verilen hususların varlığı aranacaktır. Bu bölümde sadece bölünemeyen borç bakımından özellik arz eden hususlara değinilecektir.

3.1. Bölünemez Borcun Varlığı

Bölünemez borç, niteliği icabı veya tarafların anlaşması gereğince kısım kısım ifası mümkün olmayan borçlara denir. Bir borç kısmi ifalar nedeniyle değerini kaybetmiyor veya niteliği değişmiyor ise bölünebilir borçtan[121], niteliğinde bir değişme ve kıymetinde bir eksilme olmaksızın parçalara ayrılmayan bir edim varsa niteliği gereği bölünemez borçtan [122] bahsedilir.[123]

Bölünemeyen bir edim, birden çok borçlu tarafından borçlanılmışsa, bunlardan her biri borcun tamamını ifa ile yükümlü olmaktadır. [124]

TBK.m.85’te öngörülen halefiyetin doğumu için, bölünemez bir borcun birden fazla borçlusu bulunmalıdır.

Öğretide, bölünmez bir borcun sonradan tazminat şekline dönüşmesi durumunda borçluların borçtan müteselsilen mi yoksa pay esasına göre (kısmen) mi sorumlu olacağı hususunda farklı görüşler bulunmaktadır. Bizim de katıldığımız baskın olan görüşe göre böyle bir durumda edim bölünebilir hale geldiğine göre ve yasa açıkça müteselsil sorumluluk öngörmediği için borçluların payları oranında sorumlu olduğunu kabul etmek uygun olacaktır.[125]

3.2. Borcun İfa Edilmiş Olması

Borcun ifasına ilişkin olarak halefiyetin genel şartları bölümünde yapılan açıklamalar büyük ölçüde bölünemez borcun ifasında da geçerlidir. Ancak, diğer halefiyet hallerinden farklı olarak, burada bölünemez borç söz konusu olduğundan borcun kısmen ifası söz konusu olmayacaktır.[126]

Borç gereği gibi ifa edildiğinde, borçlular kendi aralarında aksine bir anlaşma yapmamışlarsa, borcu ifa eden borçlu diğer borçlulara rücu edebilecektir. Bu durumda, müteselsil borçlulukta iç ilişkideki paylaşıma ilişkin 167. madde kıyasen uygulanacak[127], bölünmez borcun borçlusu ifa ettiği oranda değil borçtan kendisine düşen pay paydan fazlası için diğer borçlulara, payları oranında rücu edebilecektir.[128] Aksi kararlaştırılmadıkça veya işin niteliği gerektirmedikçe borçlular eşit paylarla sorumlu olacaktır.

  1. Kefalette Halefiyet

4.1.Genel Olarak Kefilin Rücu Hakkı

Kefalet Sözleşmesi, TBK.’nun 581. maddesinde “kefilin alacaklıya karşı, borçlunun borcunu ifa etmemesinin sonuçlarından kişisel olarak sorumlu olmayı üstlendiği sözleşme” olarak tanımlanmıştır. Bu kapsamda, kefalet sözleşmesi ile sorumluluk altına giren kefil, alacaklıya karşı asıl borçlunun borcunu teminat almak suretiyle borçtan şahsen sorumlu hale gelmektedir.[129]

Yasa konucu, böyle bir sorumluluk altına giren kefili koruyacak bir takım düzenlemeler öngörmüştür. Kefilin rücu hakkı da bu düzenlemelerden biri olarak karşımıza çıkar.

TBK.m.596’nın kenar başlığı “kefilin rücu hakkı” olup, kefilin alacaklıya yaptığı ifa oranında alacaklıya halef olarak borçluya rücu edebileceği düzenlemesini getirmektedir. Kefilin asıl borçlu ile arasındaki iç ilişkiden[130] kaynaklanan bir rücu hakkı olabilir. Bu iç ilişki sözleşmeye dayalı (çoğunlukla bir vekalet sözleşmesi) bir ilişki olabileceği gibi, şartları varsa vekaletsiz iş görme veya sebepsiz zenginleşmeye dayalı bir ilişki de olabilir.[131]

Ancak bu özel sebebe dayalı rücu hakkı dışında, böyle bir temel ilişkinin var olup olmadığına bakılmaksızın, kefil için alacaklının haklarına halef olarak ayrı bir rücu hakkı daha kabul edilmiştir. Yani yasa, kefili, kanundan doğan bir rücu hakkı ile donatmış ve bunu da halefiyete dayandırmıştır.[132]

4.2.Kefilin Halefiyete Dayalı Rücu Hakkı

TBK.m.596/1 hükmü “Kefil, alacaklıya ifada bulunduğu ölçüde, onun haklarına halef olur. Kefil, bu hakları asıl borç muaccel olunca kullanabilir.” şeklindedir.

Bu düzenleme, kefile alacaklının haklarına halef olma ve bunun bir sonucu olarak rücu hakkı tanımaktadır. Bu rücu hakkı, kefaletin temelinde asıl borçlu ile kefil arasında bulunan iç ilişkiden doğan rücu hakkından bağımsız olarak, kanun tarafından kefili korumak amacıyla öngörülmüş ve kefilin iç ilişki gereğince yaşayacağı ispat güçlüklerini bertaraf etmek amacıyla halefiyetle güçlendirilmiş bir rücu hakkıdır.

Kefil, iç ilişkiden doğan rücu hakkı bulunmasa veya bu hakkını kaybetse dahi, halefiyete dayalı rücu hakkı devam edecek, bunun yanında “halefiyetin hukuki sonuçları” bölümünde daha detaylı olarak açıklanmaya çalışılacağı üzere halef olan kefil, alacağa bağlı fer’i hakları da devralacağından, borçlunun borcunu ifa etmemesi sonucunda doğan zararının giderilmesi konusunda bir takım kolaylıklara sahip olacaktır.

4.3.Kefilin Halefiyetinin Şartları[133]

Genel olarak kefil ile asıl borçlu arasında temel veya iç ilişki olarak ifade ettiğimiz bir hukuki ilişki bulunur ve bu ilişki çoğu zaman vekalet sözleşmesi şeklinde karşımıza çıkar. Ancak asıl borçlu ve kefil arasında bu şekilde bir iç ilişki bulunmasa bile TBK.m.596’da kefil için halefiyet ile pekiştirilmiş bir rücu hakkı tanınmıştır.[134] Bu rücu hakkının şartları aşağıda incelenecektir.

4.3.1. Geçerli Bir Kefalet Sözleşmesinin Varlığı

Kefilin halefiyetinden söz edebilmek için her şeyden önce ortada geçerli bir kefalet sözleşmesi bulunmalıdır.[135] Bu kapsamda, taraflar arasında örneğin bir garanti sözleşmesi veya başkaca bir teminat sözleşmesi varsa halefiyetin doğması mümkün değildir.[136]

Kefalet sözleşmesinin geçerliliği için gerekli şartlar, aşağıda “geçerli bir asıl borcun varlığı” ve “kefalet sözleşmesinin geçerli olarak kurulması” başlıkları altında incelenecek olup, kefilin halefiyeti konusundaki tespitler, TBK’nda sayılan tüm kefalet türleri için (adi, müteselsil, kefile kefalet ve rücua kefalet) geçerli olacaktır.[137]

  1. a) Geçerli bir asıl borç bulunmalıdır:

Kefalet sözleşmesinin geçerliliği için öncelikle geçerli bir asıl borç bulunmalıdır. TBK.m.582’de “Kefalet sözleşmesi, mevcut ve geçerli bir borç için yapılabilir. Ancak, gelecekte doğacak veya koşula bağlı bir borç için de, bu borç doğduğunda veya koşul gerçekleştiğinde hüküm ifade etmek üzere kefalet sözleşmesi kurulabilir.

Yanılma veya ehliyetsizlik sebebiyle borçlunun sorumlu olmadığı bir borç için kişisel güvence veren kişi, yükümlülük altına girdiği sırada, sözleşmeyi sakatlayan eksikliği biliyorsa, kefaletle ilgili kanun hükümlerine göre sorumlu olur. Aynı kural, borçlu yönünden zamanaşımına uğramış bir borca kefil olan kişi hakkında da uygulanır.” denmektedir.

Bu kapsamda, mevcut ve geçerli bir borç için veya doğacak ya da koşula bağlı bir borca kefalet söz konusu olabilir.[138]

Kefalet sözleşmesinin fer’iliği gereğince, asıl borcun başlangıçtaki imkansızlık, hukuka ve ahlaka aykırılık, şekil noksanlığı, muvazaa gibi nedenlerle geçersiz olması durumunda, kefalet sözleşmesi de geçersiz olacaktır.[139] Bu gibi hallerde geçerli bir kefalet sözleşmesi olmadığına göre kefilin halefiyetinden de bahsedilemeyecektir.

Diğer taraftan, m.582/2’de, asıl borçlunun yanılma veya ehliyetsizlik sebebiyle sorumlu olmadığı veya asıl borçlu yönünden zamanaşımına uğramış bir borç söz konusu ise, güvence veren kişinin yükümlülük altına girdiği sırada, sözleşmeyi sakatlayan eksikliği veya borcun borçlu yönünden zamanaşımına uğradığını bilmesi halinde, kefaletle ilgili hükümlere göre sorumlu olacağı kabul edilmiştir. Dolayısıyla kefil daha sonra sözleşmenin yanılma veya ehliyetsizlik nedeniyle geçersizliğini ve zamanaşımına def’iini ileri sürerek sorumlu olmadığını ileri süremeyecektir.[140]

Şu halde, TBK.m.582 gereğince, asıl borçlu yönünden geçerli olmayan bir borca bilerek kefil olan kişi, kefil gibi sorumlu olacak ve alacaklıya ifada bulunmak zorunda kalacaktır. Ancak bu hüküm gereğince, geçerli bir teminat verilmiş sayılsa da asıl borçlunun yapabileceği savunmaları yapmaksızın alacaklıyı tatmin eden kefilin geçersiz bir borca dayanarak halefiyete dayalı rücu hakkından bahsedilemeyeceği kabul edilmektedir.[141] Dolayısıyla kefil, asıl borçluya başvuramayacaktır. Zamanaşımına uğramış borç yönünden ise, kefil borçluya ifada bulunduğunda halefiyet gerçekleşecek ancak asıl borçluya rücu halinde zamanaşımı def’i ile karşılaşabilecektir.[142]

  1. b) Kefalet Sözleşmesinin Geçerli Olarak Kurulması:

Kefalet sözleşmesi TBK.’nda çok sıkı geçerlilik şartlarına bağlanmış olup, 583 ve 584. maddelerde bu şartlar belirlenmiştir. Buna göre, kefalet sözleşmesinin, yazılı şekilde yapılması ve kefilin, sorumlu olduğu azamî miktarı, kefalet tarihini ve müteselsil kefil olması durumunda, bu sıfatla veya bu anlama gelen herhangi bir ifadeyle yükümlülük altına girdiğini kefalet sözleşmesinde kendi el yazısıyla belirtmesi gerekmektedir. Ayrıca evli bir kişinin kefil olması halinde, 584/3’te belirtilen istisnalar dışında diğer eşin sözleşme kurulmadan önce veya en geç kurulması anında rıza vermesi şartına bağlanmıştır. 

Halefiyetin doğabilmesi için kefalet sözleşmesinin geçerliliğini halefiyetin doğumu yani alacaklıya ifa yapılıncaya kadar devam ettirmesi gerekir. Bu bakımdan, m.598/3 gereğince, gerçek kişilerce verilmiş her türlü kefalet kurulmasından başlayarak on yılın geçmesiyle kendiliğinden sona ereceğinden, bundan sonra yapılan ifa nedeniyle borçluya halefiyet kapsamında rücu etme imkanı kalmayacaktır.[143]

Diğer yandan, kefalet sözleşmesinin geçersizliğinin alacaklıya ifa yapıldıktan sonra ortaya çıkması durumunda ise halefiyete dayanan rücu hakkını kaybedecektir.[144] Ancak bu halde, kefilin asıl borçlu ile arasındaki iç ilişkiden doğan rücu hakkına dayanarak talepte bulunması mümkündür. Örneğin, TBK.m.78 kapsamında sebepsiz zenginleşmeye dayanarak rücu edebilecektir.

4.3.2. Kefilin Borcu İfa Etmiş Olması

Borcun ifasına ilişkin olarak genel şartlar bölümünde belirtilen hususlar kefilin yapacağı ifa için de geçerlidir. Bu kapsamda, kefilin halefiyete dayanan rücu hakkının doğabilmesi için, alacaklının ifa dışında, ifa yerini tutan edim, takas gibi yollarla tatmin edilmesi mümkün olup, şartları varsa borcun kısmen ifası da söz konusu olabilecektir. Nitekim m.596’da kefilin alacaklıya ifada bulunduğu ölçüde onun haklarına halef olacağı düzenlenmiştir.

Kefalette alacaklının temerrüdüne ilişkin özel bir hüküm bulunmaktadır. TBK.m.593/1’de “Borçlunun iflası sebebiyle olsa bile, borç muaccel olduğu takdirde kefil, alacaklıdan yapacağı ödemeyi kabul etmesini her zaman isteyebilir. Bir borca birden çok kişinin kefil olması durumunda alacaklı, kefillerden biri tarafından yapılacak kısmi ödemeyi, bunu öneren kefile düşen paydan az olmamak koşuluyla, kabul etmek zorundadır.” düzenlemesine yer verilmiştir. Aynı maddenin ikinci fıkrasında, alacaklının haklı bir sebep olmaksızın ödemeyi kabulden kaçınması halinde ise kefilin borcundan kurtulacağı; müteselsil kefilin sorumluluğunun ise kendisine düşen pay kadar azalacağı düzenlenmiştir.

Alacaklının rızası ile borcun vaktinden evvel (muaccel olmadan) ifa edilmesi de mümkündür, bu halde m.596/1 c.2 gereğince alacaklının haklarına halef olan kefil borçluya ancak borç muaccel olunca başvurabilecektir. Yargıtay 19 HD.’nin bir kararında, kefilin alacaklıya yaptığı ödeme sonrasında halef sıfatıyla asıl borçlu ve diğer kefillere başvurması nedeniyle, kendisine başvurulan diğer kefilin “ödemenin kefil hakkında bir takip yokken yapılmış olması nedeniyle, ancak asıl borçluya başvurulabileceği, diğer kefillere başvurulamayacağı” yönündeki savunmasına itibar edilmemiştir.[145]

Ayrıca kefilin alacaklıya yapacağı ifanın, kefalet sözleşmesinden doğan borcun ifası amacıyla yapılması gerektiği, kefilin bağışlama kastıyla ifada bulunması halinde, asıl borçlunun bu durumu kefile karşı bir def’i olarak ileri sürebileceği belirtilmektedir.[146]

4.3.3. Kefilin Asıl Borçluya Rücu Hakkını Kaybetmemiş Olması

Kefilin halefiyetinin temelinde bir rücu hakkı bulunduğundan kefilin halefiyetten yararlanabilmesi için bu rücu hakkının kaybedilmemiş olması gerekir.

Esasen kefil lehine halefiyeti öngören 596. maddede böyle bir şarttan bahsedilmemiş olmasına karşın, kefaletle ilgili 591. ve 597. maddelerdeki hallerin gerçekleşmesi durumunda rücu hakkı kaybedilmiş olacağından halefiyet de tüm hüküm ve sonuçlarıyla ortadan kalkacaktır.[147]

Söz konusu maddeler çerçevesinde rücu hakkının kalkacağı halleri incelemeye geçmeden önce, halefiyete dayanan rücu hakkı ile iç ilişkiye dayanan rücu hakkı arasındaki bir bağlantıyı ortaya koyan m.596/3 hükmüne de değinmek gerekir. 596/1-2’de kefilin halefiyeti düzenlendikten sonra, maddenin 3. fıkrasında “Kefil ile asıl borçlu arasındaki hukuki ilişkiden doğan istem ve defiler saklıdır” hükmü getirilmiştir. Bu hüküm, ödeme yapan kefilin halefiyete dayanan rücu hakkının, ancak asıl borçlu ile kefil arasındaki iç ilişkide rücu hakkının kullanılmasına engel teşkil edecek bir durum yaratılmamış olması halinde söz konusu olabileceğini ifade etmektedir. Bir başka deyişle, asıl borçlu ile kefilin iç ilişkide, rücu hakkını kullanmasını engelleyen bir sebep varsa –örneğin, kefilin bağışlama kastıyla hareket etmesi veya kefil olunarak alınan krediden büyük ölçüde kefilin yararlanması gibi- halefiyetin doğmayacağı kabul edilmektedir.[148]

Şimdi 591. ve 597. maddelerde yer alan sebeplerle rücu hakkı kaybedilmesi durumlarını inceleyelim.

  1. a) Kefilin Asıl Borçluya Ait Defileri İleri Sürmemesi

TBK.m.591’e göre, “kefil asıl borçlu veya mirasçılarına ait olan ve borçlunun ödeme güçsüzlüğünden doğmayan bütün def’ileri alacaklıya karşı ileri sürme hakkına sahiptir.”

Bu düzenleme, kefaletin fer’i bir sözleşme olmasının sonucu olup[149], maddede defi ifadesi kullanılmış ise de defi ve itiraz niteliğindeki tüm savunma sebeplerini kapsamaktadır. Esasen asıl borçlunun kendisine ait olan bir defiden vazgeçmiş/feragat etmiş olması halinde dahi kefilin bu defiyi alacaklıya karşı ileri sürme hakkı bulunmaktadır.[150] Ancak söz konusu maddenin devamında, kefilin asıl borçluya ait bu defileri ileri sürmesinin aynı zamanda kefil için bir zorunluluk olduğu belirtilmektedir.

Kefilin ileri sürebileceği asıl borçluya ait savunma sebepleri, münhasıran borç ilişkisinden kaynaklanan sebeplerdir.[151] Bunlar borcun doğumuna, geçerliliğine ilişkin olabileceği gibi borcun muaccel olmaması, zamanaşımına uğraması, takas gibi borcun talep edilmemesi ve sona ermesine ilişkin savunma sebepleri de olabilir.[152]

Diğer yandan, m.591/1 c.2’de kefilin bazı savunma sebeplerine dayanamayacağı düzenlenmiştir. Buna göre; kefil, kefalet borcu altına girerken borçlunun yanılma, ehliyetsizlik veya zamanaşımına uğramış bir borç sebebiyle yükümlü olmadığı bir borca bu durumu bilerek kefil olmuşsa, bunu sonradan alacaklıya karşı ileri süremeyecektir. 596/6 hükmüne göre ise, “kefil, dava hakkı vermeyen veya yanılma ya da ehliyetsizlik sebebiyle asıl borçluyu bağlamayan bir borç için ödemede bulunduğu takdirde, asıl borçluya karşı rücu hakkına sahip değildir.” Ancak, kefil zamanaşımına uğramış bir asıl borçtan sorumlu olmayı borçlunun vekili sıfatıyla üstlenmişse asıl borçlu, ona karşı vekâlet sözleşmesi hükümleri uyarınca sorumlu olur.

Kefilin def’inin varlığını bilmediği veya bilmesi gerekmediği durumlarda alacaklıya bir ödemede bulunursa, rücu hakkını kaybetmeyecektir. Zira maddenin 3. fıkrasında “Kefil, asıl borçluya ait def’ilerin varlığını bilmeksizin ödemede bulunursa rücu hakkına sahip olur.” denmektedir. Ancak, kefilin halefiyete dayanan rücu talebinde bulunabilmesi, bu savunma sebeplerini öğrenmek için gerekli özeni göstermesini zorunlu kılar. Yeterli özeni göstermeden alacaklıya ifada bulunan kefil, ne halefiyete ne de asıl borçlu ile arasındaki vekalet ilişkisine dayanarak bir rücu talebinde bulunabilir.[153] Kefilin bu def’ileri bildiği veya bilmesi gerektiğini ispatlama yükü asıl borçluya aittir. Asıl borçlu bu durumu ispat ederse, kefil def’ileri ileri sürmüş olsaydı ödemeden ne kadar kurtulacaksa o ölçüde rücu hakkını kaybedeceği kabul edilmiştir.

Bu durumda, kefilin, ödemezlik veya borcun muaccel olmadığı gibi kesin def’i niteliğinde olmayan, yalnızca alacaklının talebini erteleyen def’ilerin ileri sürmemesi halinde rücu hakkının kaybı değil kullanılmasının gecikmesi söz konusu olacaktır.[154] 

  1. b) Kefilin Yaptığı Ödemeyi Asıl Borçluya Bildirmemesi Nedeniyle Asıl Borçlunun İkinci Defa İfa Etmesi

TBK.m.597’de “borcu kısmen veya tamamen ödeyen kefilin, durumu borçluya bildirmek zorunda olduğu” kabul edilmiş; “kefilin bu bildirimi yapmaması ve ödemeyi bilmeyen ya da bilmesi gerekmeyen borçlunun da alacaklıya ifada bulunması halinde, rücu hakkını kaybedeceği” düzenlenmiştir.

Bu düzenleme ile iyiniyetli olarak alacaklıya ikinci defa ifada bulunan asıl borçlunun iyi niyeti korunmaktadır.[155]

Bu şekilde rücu hakkını kaybeden kefil için alacaklıya karşı sebepsiz zenginleşmeden doğan dava hakkının saklı olduğu düzenlenmiştir.

Dördüncü Bölüm

  1. HALEFİYETİN HUKUKİ SONUÇLARI

Yukarıda kanuni halefiyetin doğumu için gerekli genel şartlar ile halefiyet doğuran her bir duruma özgü özel şartlar ayrı ayrı incelenmiştir. Çalışmamızın bu bölümünde ise halefiyetin ne gibi sonuçlar doğuracağı ve kapsamı irdelenecektir.

1.Alacağın İntikali

Halefiyet, alacağın ifa ile sona ermesi kuralının yasadan doğan bir istisnasıdır. Borç ifa edilmesine rağmen, sona ermeyerek halefiyet yoluyla borcu ifa eden kişiye intikal etmektedir. Bu intikal kanun gereğince kendiliğinden olmakta ve tarafların bir müdahalesi gerekmemektedir. [156]

Kılıçoğlu, halefiyetin sadece bir alacaklı değişikliğine yol açtığını, alacağın niteliğinde bir değişiklik olmadığını belirtmektedir. Bu noktada, gerçekten alacaklının asıl borçludan talep edebileceği alacağı ile halefin asıl borçluya yönelteceği talep kapsamındaki alacağın aynı alacak olup olmadığı sorusu akla gelmektedir. Başka bir ifadeyle, alacaklı asıl borçludan ne talep edebiliyorsa rücu halinde halef de asıl borçludan onu mu talep edecektir?

Ortada bir para borcu olması durumunda bu ayrımın bir önemi yoktur. Ancak para dışında bir edimin borçlanılması halinde, halefin asıl borçludan aynen ifa talep edip edemeyeceği sorusu önem kazanmaktadır.

Bu kapsamda, kefilin halefiyetinde kefile intikal eden alacak ile asıl alacağın birbirinden farklı olduğu, kefilin yaptığı ödeme ile ilk alacağın başka bir alacağa dönüştüğü kabul edilmektedir.[157] Halef sıfatını taşıyan kefilin alacaklının esas borçludan alacaklı neyi talep edebiliyorsa borçludan ancak onu talep edebileceği söylemek Özen’in haklı olarak belirttiği gibi haksız sonuçların doğmasına neden olacaktır. Zira kefil için önemli olan, alacaklıya ödediği tutarı esas borçludan alabilmektir.[158]

Bölünemeyen borçlarda da, borcun kısım kısım ifası mümkün olmadığından borçlulardan biri tarafından tamamı ifa edilen bir borç söz konusu olup, halef olan borçlunun diğer borçlulara payları oranında rücu edebileceği düzenlendiğinden, alacağın niteliğinden farklı bir değerlendirme yapma gereği doğmuyorsa rücu hakkına konu olan alacağın para alacağına dönüştüğü kabul edilebilecektir.

Müteselsil borçlular bakımından da ilk olarak borçlanılan edim ne olursa olsun, halefiyete dayalı olarak yapılacak talebin konusu daima bir para alacağı olacaktır.[159] Müteselsil borçluların her birinin farklı değerde bir edim yerine getirecek olması veya edimler aynı nitelikte olmakla birlikte, alacaklıya daha yüksek veya daha az değerde bir şey vermek suretiyle (ifa yerine edim) ifada bulunmuş olması halinde müteselsil borçluların birbirine hangi miktarda başvuracağı sorusu gündeme gelebilir.

Bu durumda, teselsülün, borçlanılan edimlerden daha az miktarda veya değerde olan için kabul edilmesi gerektiği; bu durumda farklı değerlerde edimleri borçlanan borçluların aksine bir anlaşma yapmamışlarsa, halefiyete dayalı rücu ilişkisinde daha az değerdeki edim üzerinden yapılacak paylaştırmaya göre nihai sorumluluk taşıyacakları kabul edilmektedir.[160]

Kural olarak, rücu hakkına sahip olan borçlunun diğerlerinden isteyebileceği miktar, borcun değerine göre değil, alacaklıyı tatmin etmek amacıyla fiilen ifada bulunan miktara göre belirlenmelidir.[161] Halefiyet, borcun ifası oranında gerçekleşeceğinden, kısmi ifa söz konusu olduğunda, halefiyet de bu oranda kısmen gerçekleşir.[162] Müteselsil borçlulukta ve birden fazla borçlusu bulunan bölünemeyen borçta, borçlulardan biri tarafından borcun tamamının ifası söz konusu olup, bu durumda ifa oranında bir halefiyet değil borçtan borcu ifa edene düşen kısım çıktıktan sonra kalan tutar kadar bir alacak hakkı elde edecektir. Ayrıca bu miktar, diğer borçlulardan her birine düşen pay oranında istenebilecektir. Bu nedenle, bu gibi durumlarda halefiyetin alacaklının tatmini oranında değil, rücu hakkı oranında meydana geldiği belirtilmektedir.[163]

Diğer taraftan halefiyet kapsamında halefe intikal edecek alacağın azami miktarını asıl alacak oluşturmaktadır. Birlikte borçlu, alacaklıyı daha fazla bir değer için tatmin etse bile, halefiyet buna istinaden gerçekleşmez.[164] Zira alacaklı, asıl borçluya karşı sahip olduğu haktan fazlasını devredemez.[165]

Kefilin halefiyetinde ise, halef olan kefile intikal eden alacağın sınırını, kefalet sözleşmesinde belirtilen kefalet limiti belirlemektedir. Bu sınır dahilinde olmak üzere, asıl borç tutarından daha az tutarda bir ödeme yaparak alacaklıyı tamamen tatmin etmiş olan kefil, alacaklıya halef olduğu gerekçesi ile asıl borç tutarının tamamını asıl borçludan isteyemez. Kefil, m.589’da belirtilen kalemlere ilişkin olarak fiilen ne tutarda ödeme yapmışsa halefiyetten de bu oranda yararlanabilir.[166]

Bu limitten fazla yapılan bir ödeme kefil sıfatına istinaden yapılmayacağından, m.596 kapsamında bir halefiyet söz konusu olmayacak ise de[167] kefalet limitini aşan miktar için yapılan ödeme sebebiyle diğer rücu sebeplerine (vekalet, vekaletsiz iş görme, sebepsiz zenginleşme) dayanılarak asıl borçluya başvurma imkanı bulunmaktadır.[168]

Asıl alacak dışında, halefe intikal edecek alacağın kapsamına, dava ve takip masraflarının girip girmediği konusuna da kısaca değinmek gerekir.

Müteselsil borçlular yönünden; alacaklıya yapılacak ifa nedeniyle katlanılan dava ve mahkeme masrafları ile varsa diğer masrafların, halefiyetin kapsamında olduğu ve bunlar için diğer borçlulara rücu edilebileceği; ancak alacaklıya ödenmeyen veya halefin ifası ile doğrudan ile ilgili olamayan, kişisel olarak bizzat yaptığı yahut alacaklıyla olan çekişmesi nedeniyle yaptığı masrafları istenemeyeceği kabul edilmektedir.[169]

Nitekim, Yargıtay 4. HD.’nin 2015 tarihli bir kararında; “Davacı, müteselsil sorumlu sıfatı ile üçüncü kişiye ödediği paranın halefiyet esasınca rücuen tahsilini istediğine ve davalı önceki davada davalı olarak yer almadığına göre iadenin kapsamı, davacının mahkum olup ödediği para, bu paranın kendisi hakkındaki davada verilen hükmün kesinleşmesine kadar işleyecek faizi, önceki davada hükmedilen avukatlık ücreti ve yargılama giderleri toplamından davalının payına düşen kısmıdır. Kendi kusurlu davranışı ile işin icraya düşmesine yol açan davacı, bu ihmali nedeniyle yapılmış olan icra giderlerini ve hükmün kesinleşmesinden sonra geçen sürede işleyecek faizi isteyemez. Çünkü sözü edilen giderlerle davalının eylemi arasında uygun sebep sonuç bağı yoktur.” denmiştir.[170] Bölünemeyen borçlular bakımından da durum aynıdır.

Kefil ile alacaklı arasındaki ilişki ile ilgili olarak TBK.m.589’da, kefilin sorumlu olduğu kalemler belirlenmiştir. Buna göre; aksi sözleşmede kararlaştırılmamışsa, kefilin, “belirlenen kefalet limiti dahilinde olmak kaydıyla ve alacaklının, kefile, onun borcu ödeyerek yapılmalarını önleyebileceği uygun bir zaman önce bildirmesi koşuluyla, borçluya karşı yönelttiği takip ve davaların masrafları ile gerektiğinde rehinlerin kefile tesliminin ve rehin haklarının devrinin sebep olduğu masraflardan sorumlu olduğu kabul edilmiştir.

Bu madde kapsamında kefil, maddede öngörülen şartlarla asıl borcun yanı sıra asıl borçlu hakkında yapılan dava ve takip masraflarından sorumludur. Dolayısıyla, halefiyet kapsamındaki rücu hakkı kapsamına kefilin alacaklıya ödediği dava ve mahkeme masrafları da dahil olduğundan bunlar asıl borçludan talep edilebilecektir.[171]

2.Alacağa Bağlı Hakların İntikali

TBK.’nda, kefilin halefiyetine ilişkin 596/2 hükmü dışında, kanuni halefiyet hallerinde, bağlı hakların halefe geçeceği ile ilgili olarak açık bir genel düzenleme bulunmamaktadır. Ancak bir iradi temlik olan alacağın devrine ilişkin 189 ve 190. maddelerde yer alan;

Alacağın devri ile devredenin kişiliğine özgü olanlar dışındaki öncelik hakları ve bağlı haklar da devralana geçer.

şeklideki düzenlenin kanuni temlik olan halefiyette de geçerli olduğu kabul edilmektedir.[172]

Bu kapsamda, kanuni halefiyet hallerinde de, alacak ile birlikte alacaklının şahsına bağlı olanlar dışındaki bağlı hakların halefe intikal edeceği kabul edilmektedir.

Alacağa bağlı hakların geçişi de tarafların müdahalesine gerek olmaksızın kanun gereğince kendiliğinden gerçekleşir. Taraflarca devri gösteren bir takım işlemler yapılması, kurucu etkiye sahip olmayıp, yalnızca bildirici bir etki doğuracaktır.[173]

Bu hususta, kefaletle ilgili olarak 592/3 maddede “alacaklı, kefalet sırasında var olan veya asıl borçlu tarafından alacak için sonradan sağlanan rehinleri ve diğer güvenceleri de kefile teslim etmek veya bunların devri için gerekli işlemleri yapmak zorundadır.” denmektedir. Her ne kadar bu düzenlemede, rehin ve diğer güvencelerin “devri için gerekli işlemlerin yapılmasından” bahsedilemkte ise de, bu düzenlemedeki amacın, devrin gerçekleşmesi için kurucu nitelikte işlemlerin yapılması olmayıp,  ilgililere duyurulması hususunda yapılması lazım gelen bir takım beyanlarda bulunulması olduğu kabul edilmektedir.[174]

Aşağıda halefe intikal eden bağlı hakların neler olduğu ve intikalin kapsamı incelenecektir.

2.1.Bağlı Hakların İntikali

2.1.1.Teminatların İntikali

Halefiyet kapsamında intikal edecek fer’i hakların başında alacağı güvence altına alan fer’i teminatlar gelmektedir.[175] Zaten halefiyet kurumunun temel amacı da borcu ifa eden halefin borçluya yönelteceği alacak talebini güvence altına almak ve alacağını elde etmesini kolaylaştırmaktır.[176]

Halefe intikal edecek olan teminatlar; taşınır rehni, taşınmaz rehni, ticari işletme rehni, hapis hakkı gibi ayni bir teminat olabileceği gibi, kefalet gibi şahsi bir teminat da olabilir.[177]

Bu kapsamda, rehnin kurulması geçerlilik şekline tabi olsa bile, halefiyet halinde rehin, tescile gerek kalmaksızın halefe geçmektedir. Tapuda ipoteğin halef olan kişi adına tescili için alacaklının beyanının aranması, kurucu bir etkiye sahip değildir.

Alacaklının elinde rehin cirosu veya temlik cirosu ile kendisine temlik edilmiş kıymetli evrak da (bono, poliçe, temlik cirosu ile alınmış çek veya nama yazılı pay senetleri) bulunabilir. Alacaklı bunları da kendisini tatmin eden halefe aktarmalıdır. Nitekim kefalete ilişkin olarak, m.592/3’te “Alacaklı, borcu ödeyen kefile haklarını kullanmasına yarayacak borç senetlerini teslim etmek ve gerekli bilgileri vermekle yükümlüdür. Alacaklı, kefalet sırasında var olan veya asıl borçlu tarafından alacak için sonradan sağlanan rehinleri ve diğer güvenceleri de kefile teslim etmek veya bunların devri için gerekli işlemleri yapmak zorundadır.” denmektedir.[178] Bu noktada, söz konusu kambiyo senetleri ile nama yazılı pay senetlerinin alacaklı tarafından halef olan kefile ne şekilde devredileceği sorunu ortaya çıkar.

Öncelikle, TTK m.598 (aynı hüküm TTK.m.690/1 gereğince bono için de uygulanmakta olup çekler için m.713) gereğince, düzgün bir ciro zinciri için alacaklının, kambiyo senetleri ile pay senetlerini ciro yoluyla devretmesi gerektiği söylenebilir. Ancak poliçe ve bononun (açık) rehin cirosu ile almış olan alacaklı, sadece tahsil cirosu yapabileceğinden, bu şekilde yapılacak bir ciro ile rehnin kefile intikali sağlanmış olmamaktadır.[179] Bir çözüm yolu olarak, senedin borçluya iade edilerek rehin cirosunun çizilip yeniden kefil lehine rehin cirosu ile devrin gerçekleştirilmesi önerilmekle birlikte bu yolun senedin borçlusuna verilmesi bakımından güvenli bir yol olmadığı açıktır.

Senetlerin alacaklıya temlik cirosu ile devredildiği hallerde ise, alacaklı senedi beyaz ciro ile devralmışsa, m.684’deki imkanlardan yararlanarak ve bu arada isterse hiç ciro etmeden başkasına devredebilir. Tam ciro ile devralmışsa, beyaz veya tam ciro yaparak senedi devredebilir. Ancak bu halde de cironun teminat fonksiyonu gereğince, senedin müracaat borçlusu haline gelecektir. Bunun önlenmesi için alacaklı senedi ciro ederken “sorumsuzluk kaydı” koyabilecektir.[180]

Yukarıda değinilen sorunların ortaya çıkmamasını teminen, alacaklının senetleri ciro etmeden, sadece senedin zilyetliğini devrederek bu yükümlülüğünden kurtulup kurtulamayacağı hususu öğretide tartışılmıştır. Bir görüşe göre, halefiyet durumunda tıpkı miras ve şirketlerin birleşmesinde olduğu gibi fer’i haklar yasa gereğince, kendiliğinden halefe geçtiğinden, halefiyeti doğuran hukuki işlem ayrıca ispatlanmak suretiyle senedin ciro edilmeksizin halefe devri mümkündür.[181]

Böylece halefiyette fer’i nitelikteki teminatların, halefe kendiliğinden geçeceği anlaşılmaktadır. Peki halefin, fer’i nitelikte olmayan teminatlardan yararlanması söz konusu olabilecek midir?

Fer’i niteliği bulunmayana teminatların halefe kendiliğinden geçmesi söz konusu olmaz. Ancak öğretide, kefilin halefiyetine ilişkin olarak, halefiyete ilişkin kuralların geniş yorumlanmasıyla alacaklının kendisini tatmin eden kefile fer’i nitelik taşımayan teminatları da devretmekle yükümlü olduğunun kabul edilebileceği belirtilmektedir.[182]

Bu kapsamda, öğretideki baskın görüşe göre örneğin inançlı temlik ile teminat amacıyla mülkiyet devrinde, inanılan lehine tesis edilen teminatın fer’i nitelik taşımadığı kabul edilmektedir.[183] Bu nedenle örneğin kefilin borcu ödemesi durumunda, inançlı temlik ile alacaklıya devredilmiş olan bir malın mülkiyeti, inançlı temlik alan alacaklıda kalmaya devam edecek, buna karşın alacaklının, kendisine borcun teminatı olarak devredilmiş malları kefile aktarmakla yükümlü olduğu kabulü çerçevesinde, alacaklının mülkiyeti kefile devretmesi gerekecektir. Bu malın taşınmaz olması durumunda ise, TMK’nun “Mülkiyetin kazanılmasına esas olacak bir hukuki sebebe dayanarak malikten mülkiyetin kendi adına tescilini istemek hususunda kişisel hakka sahip olan kimse malikin kaçınması halinde, hakimden mülkiyetin hükmen geçirilmesini isteyebilir” şeklindeki 716. maddesi kapsamında, kefilin tescile zorlama davası açma hakkı bulunduğu kabul edilmektedir.[184]

Mülkiyeti saklı tutma anlaşması çerçevesinde elde edilen ayni teminatın da halefe kendiliğinden geçemeyeceği ancak alacaklının bunları ayrıca devretmekle yükümlü olduğu belirtilmektedir.[185]

Diğer yandan, yukarıda belirtildiği üzere, kefaletin alacağı güvence altına alan fer’i nitelikte hak olması sebebiyle, tıpkı ayni teminatlar gibi kefalet de halef olan kişiye intikal edecektir.[186] Buna karşın garanti sözleşmesi veya borca katılma çerçevesinde elde edilen kişisel teminatlar fer’i nitelikte olmadığından halefiyet kapsamında intikali söz konusu olmaz.

Uygulamada belki de en sık karşılaşılan halefiyet türü olan ve bankacılık uygulamasında özel bir önemi bulunan kefilin halefiyetine ilişkin olarak, TBK’nda ayrıntılı düzenlemeler yer almaktadır. Bu nedenle kefilin halefiyetinin kapsamında teminatların intikali konusu aşağıda ayrı bir başlık altında incelenmiştir.

  1. a) Teminatlar Bakımından Kefilin Halefiyetinin Kapsamı:

Alacaklıyı tatmin eden kefil de diğer halefiyet hallerinde olduğu gibi, ister ayni ister şahsi nitelikte olsun, bütün fer’i teminatları kendiliğinden kazanmakla birlikte[187], bu madde ile kefile geçecek teminatlara -818 sayılı EBK’nda bulunmayan- bazı sınırlamalar getirilmiştir.

Kefilin halefiyetinin kapsamına ilişkin olarak m.596/2’de “kefilin, aksi kararlaştırılmamışsa, rehin hakları ile aynı alacak için sağlanmış diğer güvencelerden sadece kefalet anında var olan veya bizzat asıl borçlu tarafından, sonradan özellikle bu alacak için verilmiş bulunanlara halef olacağı” düzenlenmiştir. Aynı fıkranın devamında, “alacaklıya kısmen ifada bulunan kefilin, rehin hakkının sadece bunu karşılayan kısmına halef olacağı” kabul edilmiştir.

Maddede belirtildiği üzere, kefalet kurulduğu anda[188] var olan teminatlar, bir sınırlama olmaksızın halef olan kefile geçecektir. Söz konusu teminatlar ayni veya şahsi teminat olabilir.[189] Ancak kefaletten sonra verilmiş olan teminatlar bakımından, yalnızca asıl borçlu tarafından ve özellikle bu alacak için verilen teminatlar halefe geçecektir. Başka bir ifadeyle, kefalet sözleşmesinin kurulmasından sonra üçüncü kişiler tarafından verilmiş olan teminatlardan kefilin yararlanması söz konusu olmayacaktır. Asıl borçlunun özel olarak kefalete konu borç için verdiği bir teminatın söz konusu olabilmesi için, teminatla güvence altına alınan borcun özel olarak belirtilmiş olması gerekir.

Burada, “özel olarak verilmiş” ifadesi ile neyin kastedildiği üzerinde durmak gerekir. Zira bankacılık uygulamasında, teminatlar genellikle münhasıran bir tek alacak için değil, doğmuş ve ileride doğacak birden alacağın güvencesini teşkil etmek üzere kurulmaktadır. Bu çerçevede asıl borçludan, kefaletten daha sonraki bir tarihte alınan bir teminat, bankanın tüm alacaklarının teminatı olabilecek ise de özel olarak kefil olunan kredi için verilmemiş ise kefilin halefiyetinin kapsamında yer almayacaktır. [190] Örneğin, A kişisinin bankadan, hem konut kredisi hem de taşıt kredisi kullanmış olduğunu, kefil B’nin ise yalnızca taşıt kredisine kefil olduğunu varsayalım. Kredi borçlusu A’nın, B’nin kefil olmasından sonraki bir tarihte, bankaya doğmuş ve doğacak tüm borçları için ipotek verdiğini, ipotek resmi senedinden özel olarak herhangi bir kredi ilişkisini belirtmediğini kabul edelim. Resmi senette taşıt kredisine özel olarak bir vurgu yapılmadığı için söz konusu ipotek, taşıt kredisinin de teminatı olmasına rağmen kefil açısından halefiyet kapsamında olmayacaktır.

Yukarıda anılan hüküm, nispi emredici nitelikte olduğundan, kefil aleyhine teminatların kapsamı daraltılamayacak,  bununla birlikte, kefaletten sonra üçüncü kişilerce verilen veya asıl borçlu tarafından özel olarak bu borç için verilmeyen fakat genel teminat niteliğindeki güvencelerin de halefiyet kapsamına gireceği konusunda yapılan anlaşmalar geçerli olacaktır.[191]

Diğer yandan, kefil ve rehin veren arasında rehnin halefiyetin kapsamı dışında kalacağına ilişkin yapılan anlaşmaların geçerli olduğu belirtilmektedir.[192]

TBK.m.596/1’de alacaklıya kısmi ifada bulunan kefilin ödediği kısımla orantılı olarak halef olacağı; 2. fıkrada, kısmen ifada bulunan kefilin rehin hakkının sadece bunu karşılayan kısmına halef olacağı düzenlenmiştir. Bu durumda, bir rehin üzerinde halefin kısmi halefiyetten kaynaklanan hakları ile alacaklının kalan alacağı dolayısıyla sahip olduğu haklar aynı anda bulunursa, 2. fıkranın son cümlesinde, “alacaklının rehin konusu üzerinde geriye kalan alacak hakkının kefilin rehin hakkından ön sırada geldiği” düzenlenmiştir.[193]

Yasada, rehin veren üçüncü kişi lehine de halefiyet öngörüldüğünden acaba rehin veren üçüncü kişi ile kefil arasındaki rücu ilişkisi ne şekilde olacaktır?

Bu hususta TBK.m.596/4’te “Bir alacağın güvencesini oluşturan rehin paraya çevrildiği veya borç rehin veren malik tarafından ödendiği takdirde malik, kefile karşı rücu hakkını, ancak kefil ile kendisi arasında böyle bir anlaşma varsa ya da rehin sonradan bir üçüncü kişi tarafından verilmişse kullanabilir.” hükmü bulunmaktadır. Bu hüküm, biraz yukarıda yer verilen m.596/2 ile paralellik arz eder. Rehin veren malikin ancak rehnin kefaletten sonra üçüncü kişi tarafından verilmiş olması durumunda veya rehin veren üçüncü kişi ile kefil arasında bu yönde bir anlaşma bulunması halinde kefile rücu edilebileceği kabul edilmiştir.

Rehnin kefaletten sonra verilmiş olması halinde, rehin veren malikin kefile başvuru hakkı olabilecek ise de, alacaklının rehin veren karşısında, kefalette olduğu gibi teminatları koruma yükümlülüğü olmadığına dikkat etmek gerekir.[194]Alacaklı açısından bu yükümlülük, yalnızca kefalette söz konusu olmaktadır.

Diğer taraftan, rehnin aynı borcun diğer müteselsil kefili tarafından verilmiş olması ve borcun rehin vermeyen kefil tarafından ödenmesi bu bakımdan bir fark yaratmayacaktır.

Nitekim, Yargıtay’a intikal eden bir olayda, borcu ödeyen müteselsil kefilin, diğer kefil tarafından verilen ipoteğe halefiyet kapsamında başvurabileceği, kefiller arasındaki sorumluluk miktarının yargılamayı gerektirmesinin, alacaklının ipoteğin halefe devrine ilişkin yükümlülüğünü yerine getirmesine engel olmayacağı yönünde karar verilmiştir.[195]

Bu tespitlerden sonra, kefilin halef sıfatıyla rücu edebileceği diğer kefillerin, bu kefalet borçları için verilmiş teminatların halefiyet kapsamında olmadığı ve halefin bunlardan yararlanamayacağını da belirtelim.[196]

  1. b) Kefil Lehine Halefiyette Kefaletin İntikali (Kefilin Halefiyet Çerçevesinde Diğer Kefillere Başvurması)

Kefalet alacağa bağlı olan fer’i nitelikteki bir teminat olduğundan, alacağı güvence altına alan diğer teminatlar gibi alacaklıyı tatmin eden halefe intikal etmektedir. Ancak halefin, borcun kefillerinden biri olması halinde, bu husus kefalet türlerine göre ayrı bir önem kazanmaktadır. Bu başlık altında, kefilin, alacaklıya ödemede bulunarak ona halef olması durumunda, diğer kefiller karşısındaki durumu, kefaletin türüne göre değerlendirilmiştir.

1.Birlikte Kefalet

1.1.Gerçek Olmayan Birlikte (=Bağımsız Toplu) Kefalet

Birden fazla kişinin aynı borca, birbirlerinden habersiz olarak kefil olmaları durumunda gerçek olmayan birlikte kefaletten bahsedilir.[197] Bu şekilde bir kefalet esasen bağımsız kefalet olup, kefillerden her biri kendi sorumluluk limiti ve kefalet türüne göre, diğer kefillerin kefaletinin geçersizliğinden etkilenmeksizin sorumludurlar.

Bağımsız toplu kefalet TBK.m.587/son’da[198] düzenlenmiştir. Anılan hükümde, bu tür kefillerin alacaklıyı tatmin ettikten sonra birbirlerine rücu edecekleri kabul edilmiştir. Maddede geçen “toplam kefalet miktarındaki pay” ile kastedilenin diğer kefillere payları oranında rücu edileceği anlamına geldiği ve bu paylaştırmanın kural olarak eşit biçimde yapılacağı kabul edilmektedir.[199]

Eski BK’nda, bu tür açık bir düzenleme olmamakla birlikte, 496. maddedeki genel düzenlemeden yola çıkılarak da aynı sonuca ulaşan görüşler bulunmakta idi.[200]

1.2.Gerçek Birlikte Kefalet

Gerçek birlikte kefiller, birbirlerinin varlığını göz önünde bulundurarak sorumluluk üstlenen kefillerin durumunu ifade eder. Gerçek anlamda birlikte kefalet adi veya müteselsil kefalet şeklinde kurulabilir.

1.2.1.Adi Gerçek Birlikte Kefalet

TBK.m.587/1’de “Birden çok kişi, aynı borca birlikte kefil oldukları takdirde, her biri kendi payı için adi kefil gibi, diğerlerinin payı için de kefile kefil gibi sorumlu olur.” denmektedir.

Bu düzenleme gereğince, adi kefiller, kefalete özgü savunmalardan başka, bölme def’iini ileri sürerek sorumluluğun kefiller arasında paylaştırılmasını isteyebilir.

Adi kefilin, hissesinden fazla bir ödeme gerçekleştirmesi durumunda halefiyet gereğince asıl borçluya rücu edebileceği açıktır. Ancak diğer kefillere rücu edip edemeyeceği hususunda yasada açık bir düzenleme yoktur. Kefaletin asıl borca bağlı bir hak olması nedeniyle, halefiyet kapsamında alacakla birlikte halefe intikal edebileceğinden yola çıkılarak adi birlikte kefilin halef olarak diğer kefillere rücu edebileceği, ancak ödediği tutarın tamamını değil, rücu ettiği kefilin payı oranında bir talepte bulunabileceği kabul edilemektedir.[201] Yargıtay’ın görüşü de bu yöndedir.[202]

1.2.2.Müteselsil Gerçek Birlikte Kefalet

TBK.m.587/2’de “Borçluyla birlikte veya kendi aralarında müteselsil kefil olarak yükümlülük altına giren kefillerden her biri, borcun tamamından sorumlu olur. Ancak, bir kefil, kendisiyle birlikte daha önce veya aynı zamanda müteselsilen yükümlü bulunan ve Türkiye’de takip edilebilen bütün kefillere karşı takibe girişilmiş olmadıkça, kendi payından fazlasını ödemekten kaçınabilir. Bir kefil, bu hakkı, diğer kefillerin kendi paylarını ödemiş veya ayni güvence sağlamış olmaları durumunda da kullanabilir. Aksine anlaşmalar saklı kalmak kaydıyla, borcu ödeyen kefil, kendi paylarını daha önce ödememiş olmaları ölçüsünde, diğer kefillere karşı rücu hakkına sahiptir. Bu hak, borçluya rücudan önce de kullanılabilir.” denmektedir.

Bu düzenlemede, aksi kararlaştırılmadıkça, müteselsil kefillerden birinin borcu ödemesi durumunda, diğer kefillere kendi payları ölçüsünde başvurabileceği açıkça belirtilmiştir. Aksine bir anlaşma yapmamışlarsa, her bir kefilin sorumluluğu eşit olacaktır. Müteselsil kefiller için özel olarak böyle bir düzenleme olmasaydı dahi, müteselsil sorumluluğa ilişkin 167-168. maddeler ve kefalette halefiyete ilişkin 596. maddeden yola çıkarak da aynı sonuca ulaşılmasının mümkün olduğu belirtilmektedir.[203]

Ayrıca, m.587/2 gereğince, müteselsil kefil, diğer kefillere karşı rücu hakkını, asıl borçluya başvurmadan önce kullanabilecektir.

  1. Kefile Kefalet

Kefile kefil, alacaklıya karşı, (ilk) kefilin borcunu taahhüt eden kimse olup, 588. maddede kefile kefil olan kişinin adi kefil gibi sorumlu olduğu düzenlenmiştir.

Kefile kefilin teminat altına aldığı borç, ilk kefilin kefalet borcu olup, kefile kefilin asıl borçlusu, alacaklıya karşı sorumlu olan ilk kefildir.[204] Bir görüşe göre, kefile kefil, alacaklıyı tatmin ederse, halefiyetin bir sonucu olarak alacaklının ilk kefil karşısındaki haklarına sahip olacak ve ilk kefile rücu edebilecektir.[205] Ancak bir başka görüş, kefile kefilin alacaklıya ödeme yapması durumunda halefiyet sonucunun doğacağında şüphe bulunmamakla birlikte, kefile kefilin, olağan bir kefil gibi halef sıfatıyla alacaklının yerine geçerek talepte bulunulabileceği sonucuna doğrudan varılamayacağını; ilk kefalet borcunun ferisi olarak bağlı olduğu alacağın da kefile kefil olan kişiye devriyle bu sonucun doğacağı belirtilmektedir.[206]

3.Rücua Kefalet

Rücua kefil TBK.m.588/2’de “kefilin borçludan rücu alacağı için güvence veren kefil” olarak tanımlamıştır. Rücua kefalet, ilk kefil ile rücua kefil arasında yapıldığından, alacaklının rücua kefil karşısında hiçbir hakkı bulunmamaktadır. İlk kefil, aralarındaki rücua kefalet nedeniyle rücua kefile başvurduğunda, rücua kefilin ilk kefili tatmin etmesi durumunda, halefiyet gereğince asıl borçluya rücu edebilecektir.[207] Bu kapsamda, halefiyet yoluyla rücua kefile geçecek olan alacak, kefil ve esas borçlu arasındaki ilişkiden kaynaklanan rücu alacağıdır.[208]

Yukarıdaki tüm açıklamalar kapsamında, kefilin, alacaklıya halef olması durumunda asıl borçluya, yaptığı ödemenin tamamın için, diğer kefillere ise her bir kefilin payına düşen miktar için rücu edebileceği anlaşılmaktadır.[209]

2.1.2.Faiz ve Cezai Şartın İntikali

Faiz alacağı, asıl alacağa bağlı bir haktır. Ancak doğmuş olan faiz, alacaktan bağımsız bir borç haline dönüşmüş olur. Bu bakımdan, alacaklıya, asıl borç yanında halefiyetin doğumuna kadar işlemiş faizleri de ödeyen halefin asıl alacağı olduğu kadar ödediği faizleri de asıl borçludan talep etme hakkına sahip olması gerekir.

Temerrüt faizi yönünden de aynı tespitler geçerlidir. Halefiyet anına kadar doğmuş olan temerrüt faizi halef tarafından ödenmişse, bunu diğer borçlulardan talep edebilecektir. Ancak burada şu tespiti yapmak gerekir:

Müteselsil borçlular bakımından, temerrüt faizi borca aykırı davranışın bir sonucu olup, borçlular kişisel hareketleri ile birbirlerinin durumunu ağırlaştıramayacağından, her bir borçlu kendi borca aykırı davranışının sonuçlarına kendisi katlanmalıdır. Bunun bir sonucu olarak da müteselsil borçlulardan her biri kendi temerrüdünün sonuçlarından sorumlu olmalıdır.[210]

Diğer yandan, alacaklı karşısında birden çok borçlu bulunsa da, borç için işleyecek temerrüt faizini, bir kere alabileceğinden, tüm müteselsil borçluların da temerrüde düşmüş olmasına karşın, bunun borçlulardan biri tarafından ödenmesi halinde, hakkaniyet gereğince diğerlerine halefiyet kapsamında rücu edebileceği kabul edilmektedir.[211]

Bu noktada, kefilin, m.589/2 b.3’de belirlenen sınırlar dahilinde (işlemiş bir yıllık ve işlemekte olan yıla ait akdi faizler ile gerektiğinde tahvil karşılığında ödünç verilen paranın işlemiş bir yıllık ve işlemekte olan yıla ait faizler) işleyen faiz ile aynı maddenin 1. bendi gereğince borçlunun temerrüdünün yasal sonuçlarından olan temerrüt faizinden sorumlu olduğunu; belirtilen bu sınırlar içinde sorumlu olduğu faizleri ödemesi durumunda gerek halefiyet gerekse temel ilişkiye dayanan özel rücu hakkı kapsamında asıl borçludan ödediği bu faizleri talep edebileceğini belirtelim.[212]

Ancak, üzerinde durulması gereken asıl sorun, halefiyetin gerçekleşmesinden sonraki dönem için, halefin alacaklı ile borçlu arasında kararlaştırılmış olan faiz oranından yararlanmasının mümkün olup olmadığıdır.

Öğretide bir görüşe göre halefiyet, sadece alacak hakkı değil alacaklının hakları yönünden gerçekleştiğinden, henüz doğmamış, işlemekte olan faizlerin de asıl borca bağlı bir hak olması sebebiyle borçludan talep edilebilecektir.[213]

Bu görüşe göre, halefiyetin doğumundan sonra, asıl borçlunun temerrüde düşmesi durumunda ise, asıl borçlu halefe karşı temerrüt faizinden sorumlu olacaktır. Alacaklı ve borçlu arasında kanuni temerrüt faizinden yüksek bir oranda temerrüt faizi kararlaştırılmışsa, halef de tıpkı alacaklı gibi - yasal sınırlar içinde kalmak kaydıyla- sözleşme ile kararlaştırılan bu oran üzerinden temerrüt faizi talep edebilecektir.[214]  

Nitekim, Yargıtay’ın da bu görüşü benimsediği anlaşılmaktadır. HGK’nun 2004 tarihli bir kararında[215]; “kefilin, ödeme miktarıyla sınırlı olmak üzere, alacaklı bankanın davalı borçluya karşı sahip olduğu haklara halef olduğu, eş söyleyişle kefil ödeme yapmamış olsaydı, alacaklı bankanın borçlusu durumundaki davalıya karşı hangi haklara sahip olacak, ondan neyi hangi koşullarla isteyecek idiyse, halefin de davalı borçludan aynısını isteyebileceği, bu kuralın tek istisnasının alacaklının sıfatından (tacir olmasından) kaynaklanan hakların kefile tanınmaması olduğunu, borçlu en geç icra takibi ile temerrüde düşmüş olacağından alacaklının en geç bu tarihten itibaren faiz isteme hakkı doğduğu, bu hakkın alacaklının halefi olan kefile geçtiği, alacaklının sıfatından kaynaklanan tek hakkın yasal faizin üzerindeki bir oran üzerinden faiz istemek olduğu, halefin ise böyle bir sıfatı bulunmadığından ancak yasal faiz üzerinden  faiz talep edebileceğine” karar vermiştir.

Özen, ise, kefilin alacaklıya yaptığı ödeme tutarı üzerinden yasal faiz oranına göre ve ödeme anından itibaren işletilecek faizin kefilin halefiyeti olgusuna değil, kefil ve esas borçlu arasındaki temel ilişkiye dayandığı, bu kapsamda söz konusu temel ilişki çerçevesinde kefilin yaptığı gideri asıl borçludan faizi ile birlikte istenmesi olanağı bulunduğunu belirtmektedir.[216]

Kefilin faizden sorumluluğu ise 589. maddede düzenlenmiştir. Buna göre, kefil, sözleşmede belirtilen azami miktarla sınırlı olmak kaydıyla, “işlemiş bir yıllık ve işlemekte olan yıla ait akdi faizler ile gerektiğinde tahvil karşılığında ödünç verilen paranın işlemiş bir yıllık ve işlemekte olan yıla ait faizlerden” sorumlu tutulmuştur.

m.589/2 b.1’e göre kefil, asıl borçlunun kusur ve temerrüdünün yasal sonuçlarından sorumlu olacağından, borçlunun temerrüdünün yasal sonucu olan temerrüt faizinden de sorumlu olacaktır.[217]

Cezai şart da alacağa bağlı bir hak olması sebebiyle, kural olarak alacakla birlikte devralana geçecektir. Ancak doktrinde bu yükümlülüğün muaccel olup olmamasına göre bir ayrım yapılmaktadır: Halefiyetin doğduğu anda muaccel olmuş olan cezai şartın halef tarafından alacaklıya ödenmiş olması durumunda, bunun da rücu hakkı kapsamında olacağı; halefiyet anında cezai şart henüz muaccel olmamışsa, bu hakkın da alacağın bir fer’i olarak halefe intikal edeceği kabul edilmektedir.[218]

Diğer yandan, m.589/son “Kefilin, asıl borç ilişkisinin hükümsüz hâle gelmesinin sebep olduğu zarardan ve ceza koşulundan sorumlu olacağına ilişkin anlaşmalar kesin olarak hükümsüzdür.” hükmüne yer vermiştir. Bu hüküm çerçevesinde, kefilin sözleşme cezası ve menfi zarardan sorumlu olduğuna ilişkin sözleşme kayıtları kesin hükümsüz olacağından, kefilin bu hususlarda sorumluluğu bulunmamaktadır.[219]

2.2.Yenilik Doğuran Haklar İle Rüçhan, Dava ve Takip Haklarının İntikali

Alacakla birlikte alacaklıya ait seçimlik haklar, alacağı muaccel kılma ihbarı gibi alacağa bağlı yenilik doğurucu haklar da halefe intikal eder.[220] Nitekim, kefilin halefiyetine ilişkin 596. maddede kefilin halefiyetten doğan haklarını ancak borç muaccel olunca kullanabileceği belirtilmiştir. Alacaklının ihbarı ile muaccel olacak olan borçlarda, alacaklının tatmininden sonra bu ihbarın alacaklı tarafından yapılması beklenemeyeceğinden, bu hakkın da halefe geçtiği sonucu ortaya çıkmaktadır.

Diğer taraftan, alacağın devrine ilişkin olarak 189. maddede “Alacağın devri ile devredenin kişiliğine özgü olanlar dışındaki öncelik hakları ve bağlı haklar da devralana geçer.” hükmü bulunmaktadır. Bu hükmün, bir kanuni temlik (devir)  olan halefiyet halleri için de geçerli olduğu kabul edilmektedir.[221]

Belirtilen maddede devredenin kişiliğine özgü rüçhan haklarının devralana geçmeyeceği kabul edildiğinden, örneğin İİKm.101’de borçlunun eşi, çocukları ile vasi veya kayyımı olduğu şahısların evlenme, velayet ve vesayetten doğan alacakları için önce takip yapmadan her zaman aynı derecede ilk hacze iştirak edebileceği şeklinde, alacaklının şahsına bağlı bir rüçhan hakkı öngörülmüştür. Alacaklının şahsına bağlı bu tür rüçhan hakları halefe geçemeyecektir. Ancak örneğin, İİK.m.206’da yer verilen imtiyazlı alacaklardan biri halefe intikal etmişse, halefin maddede belirtilen sıradan yararlanabileceği kabul edilmektedir.[222]

Ayrıca, Yargıtay tarafından, alacağın teminatında üst limit ipoteği bulunması durumunda, alacaklı, bir banka veya bir finans kuruluşu ise ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla ilamlı takip yapabilmesi mümkün iken, alacaklının haklarına halef olan kişi, bir banka veya finans kuruluşu olmaması halinde, ancak ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla ilamsız takip yapabileceği kabul edilmektedir.[223]

Halefiyetin, alacaklı tarafından borçlu aleyhine dava açması veya icra takibi başlatılmasından sonra gerçekleşmesi durumunda, halefin bu dava veya takibe alacaklının yerine geçerek devam edip edemeyeceği sorusu akla gelebilir.

HMK.’nun 125/2 maddesinde “Davanın açılmasından sonra, dava konusu davacı tarafından devredilecek olursa, devralmış olan kişi, görülmekte olan davada davacı yerine geçer ve dava kaldığı yerden itibaren devam eder.” hükmü bulunmaktadır. Bu hüküm gereğince, dava konusunun davacının iradesi ile devri halinde, taraf değişikliğinin de kendiliğinden gerçekleşeceği anlaşılmaktadır. İcra takipleri bakımından İİK.’nda bu yönde açık bir hüküm bulunmamaktadır. Bununla birlikte, alacağı tamamen devralan kişinin takibe kaldığı yerden devam edebileceği kabul edilmektedir.[224]Uygulamada da, icra takibinden sonra alacağı devralan kişi, devir sözleşmesini dosyaya sunmak suretiyle aynı takip dosyası üzerinden işlemlere devam edebilmektedir.

Alacağın kısmen devri halinde ise, devreden alacaklı ile devralan alacaklının, ihtiyari takip arkadaşı olarak davaya devam edebileceği belirtilmektedir.[225]

İradi temlik hallerine ilişkin bu hususların, kanuni temlik hali olan halefiyette de uygulanması gerektiği kabul edilmektedir. Bu durumda, alacaklıya halef olan kişi, alacaklının başlattığı icra takibini devam ettirebilecektir. Alacaklıya halef olan kefilin, asıl borçlu tarafından alacaklıya karşı yapılmış olan borç ikrarına dayanarak itirazın kaldırılmasını istemesi mümkündür.[226]

Alacaklı ve borçlu arasında yapılmış olan yetki ve tahkim sözleşmesinin, halefiyet durumunda halefi bağlayıp bağlamayacağı da ayrı bir sorun olarak karşımıza çıkar. Bu hususta öğretide yapılan şu tespitlere katılmaktayız: burada bir sözleşme söz konusu olduğundan, sözleşmenin devri halinde sadece alacakların değil borçların da devri söz konusu olmaktadır. Bu nedenle sözleşmenin karşı tarafının mutlaka rızasının alınması gerekmektedir. Bu durumda, ancak borçlu rıza gösterirse, sözleşme devri gerçekleşecek ve yeni alacaklı yetki/tahkim sözleşmesine göre talepte bulunabilecektir.[227]

  1. HALEFİYET HALİNDE ALACAKLI VE BORÇLUNUN HUKUKİ DURUMU

3.1.Alacaklının Hukuki Durumu

Halefiyet alacaklı bakımından önemli hukuki sonuçlar yaratmaktadır. Bu sonuçlar aşağıda maddeler halinde ele alınmıştır:

  1. a) Alacaklının teminatları koruma yükümlülüğü:

Halefiyet, alacağa bağlı fer’i nitelikteki teminatların, kendiliğinden halefe intikal etmesi sonucunu doğurmakta; hatta yukarıda değinildiği üzere, alacaklının fer’i nitelikte olmayan teminatları dahi halefe intikal ettirme yükümlülüğü altında olduğu belirtilmektedir. Bu bakımdan, alacaklı halefiyetin gerçekleşmesi ile birlikte, alacağın güvencesini teşkil eden rehinlerin azalması veya ortadan kalkması sonucunu doğuracak hareketlerden kaçınmalıdır.

TBK’nun kefalete ilişkin “Özen gösterme, rehin ve borç senetlerinin teslimi” başlıklı 592. maddesinde alacaklı yönünden bu yükümlülükler açıkça ifade edilmiştir.

Maddenin 1. fıkrasında “Alacaklı, kefalet sırasında var olan veya daha sonra asıl borçludan alacağın özel güvencesi olmak üzere elde ettiği rehin haklarını, güvenceyi ve rüçhan haklarını kefilin zararına olarak azaltırsa, zararın daha az olduğu alacaklı tarafından ispat edilmedikçe, kefilin sorumluluğu da buna uygun düşen bir miktarda azalır. Kefilin fazladan ödediği miktarın geri verilmesini isteme hakkı saklıdır.”

4.fıkrasında ise “alacaklı haklı bir sebep olmaksızın yükümlülüklerini yerine getirmez, ağır kusuruyla mevcut belgeleri veya rehinleri ya da sorumlu olduğu diğer güvenceleri elinden çıkarırsa, kefil borcundan kurtulur. Bu durumda kefil, ödediğinin geri verilmesini ve varsa ek zararının giderilmesini isteyebilir.” düzenlemeleri bulunmaktadır.

Hem birlikte hem de bağımsız kefalet için öngörülen bu maddedeki “teminatın azaltılması” ve “elden çıkartılması” kavramları üzerinde durmak gerekir. Çünkü yasa bu durumları farklı hukuki sonuçlara bağlanmıştır. Alacaklı halefiyet kapsamında kefilin başvurabileceği teminatları ağır kusuruyla elden çıkarırsa, TBK m.592/son gereğince kefil borçtan tamamen kurtulmakta, buna karşılık, alacaklı teminatları elden çıkarmaz ancak azaltırsa, TBK m.592/1 gereğince, kefil bu azalma miktarınca borçtan kurtulmaktadır.

Hemen belirtelim; TBK.m.596/2 gereğince aksi kararlaştırılmamışsa kefil sadece, kefalet anında mevcut olan veya bizzat asıl borçlu tarafından özellikle kefalete konu borç için verilmiş bulunan teminatlara halef olabilir. Dolayısıyla, alacaklının azaltmaması veya elden çıkartmaması gereken teminatlar kefilin başvurabileceği teminatlardır. (818 sayılı EBK’nda böyle bir ayrım bulunmamakta, kefalet sözleşmesi sırasında mevcut olan veya sonradan tesis edilen teminatın azaltılması veya elden çıkarılması durumunda alacaklının kefile karşı sorumlu olacağı düzenlenmekteydi.)[228]

Teminatın azaltılmasından, teminatı ortadan kaldıran bir tasarruf işlemi yapmaksızın teminatın değerinin düşmesi veya teminatın işlevsiz hale gelmesine neden olan haller anlaşılmalıdır.

Peki, alacaklının kefillerden birini ibra etmesi durumunda, teminatın azaltılması veya elden çıkarılması söz konusu olur mu?

Gerçek anlamda birlikte kefalete ilişkin 587. maddenin 3. fıkrasında “Alacaklı, kefilin aynı alacak için başka kişilerin de kefil olduğunu veya olacağını varsayarak kefalet ettiğini biliyor veya bilmesi gerekiyorsa, bu varsayımın sonradan gerçekleşmemesi veya kefillerden birinin alacaklı tarafından kefalet borcundan kurtarılması ya da kefaletinin hükümsüz olduğuna karar verilmesi durumunda kefil, kefalet borcundan kurtulur.” denmektedir.[229]

Bir kefaletin birlikte kefalet olarak kabul edilmesinin en önemli hukuki sonucu alacaklının kefillerden birini ibra etmesi halinde diğer kefillerin de borçtan kurtulacak olmasıdır. Aynı şekilde bu kefillerden birinin kefaleti geçersiz ise diğerlerinin de kefaleti geçersiz olacaktır.

Tam bu noktada, daha evvel incelenen birkaç konuyu da ilgilendirmekle birlikte, esasen TBK.m.587 ve 592. maddeler kapsamında ele alınmasının daha uygun olacağını düşündüğümüz bir hususa kısaca değinebiliriz. Acaba alacağın kefile temlik edilmesi durumunda, kefil yönünden alacaklı ve borçlu sıfatının birleşmesi söz konusu olacak ve kefil borcundan kurtulacak mıdır? Bunun anılan maddeler bakımından ne gibi sonuçları doğacaktır?

Öncelikle, alacağın kefile (veya borçtan sorumluluğu bulunan her hangi bir kişiye) temlik edilmesinin önünde hukuki bir engel bulunmamaktadır. Alacağın kefile temlik edilmesi halinde, kefilin aynı zamanda o alacağın alacaklısı haline geleceği ve böylelikle alacaklı ve borçlu sıfatları birleşmiş olacağından, kendisine alacak temliki yapılan kefilin kefalet borcunun sona ermiş olacağı düşünülebilir. Bu durumda, yapılan alacak temliki işlemiyle kefillerden birinin bu şekilde borçtan kurtulmasının, TBK m.587 veya 592/son’da belirtilen sonucun ortaya çıkmasına neden olabileceği, böylelikle diğer kefillerin borcun kendileri açısından da sona erdiğini iddia edebilmeleri mümkündür. 

 

Diğer taraftan, bir alacak temliki yapılmaksızın alacaklıya ödemede bulunan kefil, yaptığı ödeme tutarı kadar ve iç ilişkide kendi payını düştükten sonra kalan kısım için (TBK m.587) diğer kefillere başvurabilecek alacağın kefile temlik edilmesi durumunda, bu defa kefilin, şeklen de olsa tüm borç için – iç ilişkideki kendi payı da dahil olmak üzere- diğer kefillere başvurabilme imkanı yaratılmış olunmaktadır.

 

Peki, alacağın kefile temlik edilmesi durumunda, kefil alacağın tamamı için diğer kefillere başvurabilecek midir? Yoksa, alacağın devri ile kefilin kefalet borcu sona erdiği için diğer kefillerin de borçtan kurtulmaları mı söz konusu olacaktır?

 

Yargıtay 12. HD’nin 2007 tarihli bir kararında, “takip alacaklısı A müteselsil kefili olduğu borcu ödeyerek yani bu borcu ifa ederek borcun teminatı olan ipotek hakkını temlik almıştır. Bu ödediği borçta kendisinin de müteselsil sorumluluğu vardır. Bu sorumluluk miktarı saptanmadan temlik aldığı alacağın tamamı üzerinden takip yapması mümkün değildir. Zira, bu durumda takip alacaklısı sorumlu olduğu müteselsil borçlu konumundan alacaklı konuma geçmiş olmaktadır ve böylece kendisinin sorumlu olduğu borçtan kurtulmuş olmaktadır ki bu yasal olarak mümkün değildir. Alacaklının müteselsil borçlu sıfatı ile sorumlu olduğu miktarın saptanması yargılamayı gerektirir.” denmektedir. Bu kapsamda, Yargıtay’ın borcu temlik alan kefilin diğer sorumlulara karşı alacağın tamamı üzerinden takip yapamayacağını, diğer taraftan kendi payı dışındaki kısmı diğer sorumlulardan talep edebileceğini kabul ettiği anlaşılmaktadır.[230]

 

Diğer yandan alacaklı kefilin hiçbir zarara uğramadığını ispat ederse, kefile başvuru hakkını bütün kapsamıyla muhafaza eder. Örneğin, teminatlardaki azalmaya rağmen esas borçlunun malvarlığının kefilin yapacağı başvuruyu karşılayabilecek olması, kefilin hiçbir zarara uğramadığını gösterir. Bunun gibi, kefilin başvuramayacağı bir teminat azaltılmışsa, kefilin sorumluluğunda bir azalma olmaz.

Ancak Yargıtay’a EBK döneminde intikal eden bir olayda[231], banka, asıl borçluya kullandırılan kredinin kefillerinden birine karşı alacak davası açmış, kefil ise savunmasında bankanın asıl borçlu hakkında başlattığı icra takibinde borçluya ait menkul malları haczettirmiş olmasına karşın, muhafaza yapmadığı, ileri sürülen istihkak iddiasına karşı dava açmadığı, satış talebinde bulunmadığı, işlemden kaldırılan dosyanın yenilenmediği, bu şekilde elde edilen her türlü teminatın kefilin zararına olarak azaltılmaması gerekirken, EBK.m.500’de düzenlenen özen yükümlülüğünü ihlal ederek kefilin durumunu ağırlaştırdığı belirtilmiştir. Mahkemece davanın reddine karar verilmiş olup, Yargıtay’ın temyiz incelemesinde, haczedilen malların kıymetinin uzman bilirkişi tarafından belirlenerek, m.500’deki yükümlülüğün miktar bakımından yerine getirilmeyen bölümünün saptanması ve davanın bu bölümü kadar reddine karar verilmesi gerektiğine hükmedilmiştir.

Bu karardan, alacaklı bankanın haczettirdiği menkul malların muhafazası ve satışı için gerekli işlemleri yapmaması durumunda, bu mallardan elde edilebilecek tahsilat tutarınca kefile başvuru hakkını kaybettiği sonucu çıkmaktadır.

Diğer taraftan, alacaklının, rücu hakkını kullanan müteselsil borçlulara karşı da yasa bazı yükümlülükleri açıkça belirtmiştir. TBK.m.168/2’de “Alacaklı, diğerlerinin zararına olarak borçlulardan birinin durumunu iyileştirirse, bunun sonuçlarına katlanır.” düzenlemesi bulunmaktadır. Bu kapsamda, alacaklı, rücu hakkından yararlanan müteselsil borçluya, tatmin edildiği oranda alacağı ispata yarayan ispat araçlarını, alacağı garanti eden teminatları vermek ve elden çıkarmamak zorundadır. Aksi halde, rücu hakkını kullanamayan borçlunun bu yüzden uğradığı zararı tazminle yükümlü olacaktır.[232]

  1. b) Alacaklının elindeki senetleri ve ispata yarayan belgeleri verme yükümlülüğü:

Alacağın devrine ilişkin olarak TBK.m.190’da yer alan “Devreden, devralana alacak senedi ile elinde bulunan ispatla ilgili diğer belgeleri teslim etmek ve alacağını ileri sürebilmesi için gerekli bilgileri vermekle yükümlüdür.” hükmünün halefiyet halleri için de geçerli olduğu kabul edilmekte ve alacaklının, kendisine ifada bulunan halefe elindeki alacak senedini ve diğer ispat vasıtalarını teslim etmekle yükümlü olduğu kabul edilmektedir.

Kısmi halefiyet söz konusu olduğunda ise, halefin, senet üzerine alacağın ifa edilen kısmını yazdırma ve alacaklıdan bu kısım için makbuz isteme hakkı bulunduğunu kabul etmek gerekir.[233]

Alacaklı, senetleri, ispat vasıtalarını ve elindeki teminatları halefe teslim yükümlülüğü altında olduğuna göre,  bunları korumakla da yükümlüdür. Bu yükümlülüğe aykırı davranışın sonucu, halefin uğradığı zararın tazmin edilmesidir.

  1. maddedekine benzer bir hükme, kefilin halefiyeti bakımından TBK.m.592/3’te özel olarak yer verilmiştir. Bu hükme göre; “Alacaklı, borcu ödeyen kefile haklarını kullanmasına yarayabilecek borç senetlerini teslim etmek ve gerekli bilgileri vermekle yükümlüdür.” Alacaklının bu yükümlülüklere aykırı davranışının sonucu da aynı maddede belirlenmiştir. Buna göre alacaklının haklı bir sebep olmaksızın yükümlülüklerini yerine getirmemesi halinde kefil borcundan kurtulacaktır. Bu durumda kefil, bir ödeme yapmış olsa bile, ödediğinin sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre geri verilmesini isteyebilecektir.

Buna göre, alacaklının elindeki fer’i teminatların kendiliğinden kefile geçecek olmasının yanında, alacaklının açıklayıcı mahiyette olmak üzere tapuda, trafik sicilinde vs. gerekli bildirimi yapması gerekir. Örneğin alacağın teminatında ipotek varsa, halefiyet gerçekleşmesine rağmen tapuda halen alacaklının adı görülmeye devam ediyorsa, tapuda gerekli değişikliklerin yapılması amacıyla alacaklı gerekli bildirimleri yapmalı, taşınır mallar için açıklayıcı mahiyette zilyetliği aktarmalıdır.

  1. c) Halefiyet alacaklıya zarar veremez ilkesi:

Borcun ifa edilmesi ile birlikte, ifayı gerçekleştiren borçlunun durumunu kuvvetlendiren halefiyettin, alacaklının durumunu ağırlaştırmaması gerektiği kabul edilmektedir.[234] Bunun nedeni, borç ilişkisinde öncelikle menfaati korunması gereken kişinin alacaklı olmasıdır. Alacaklı, alacağın halefiyet olmaksızın sona erdiği hallerde içinde bulunacağı durumdan daha kötü bir duruma düşmemelidir.[235] Yabacı hukuk sistemlerinde[236], önceden beri kabul gören “halefiyet alacaklıya zarar veremez” (nemo subragat contra se) kuralı, kısmi halefiyet durumunda, alacaklıya kalan alacağını tahsile yönelik talebinde ve alacağı güvence altına alan teminatlardan yararlanma bakımından halefe göre bir öncelik tanıması bakımından önemlidir.[237]

Bu kapsamda, TBK.m.596/2 2. cümlede, “alacaklıya kısmen ifada bulunan kefil, rehin hakkının sadece bunu karşılayan kısmına halef olur. Alacaklının rehin konusu üzerinde geriye kalan alacak hakkı, kefilin rehin hakkından ön sırada gelir.” hükmü bulunmaktadır.

Bu kuralın diğer halefiyet hallerinde de uygulanacağına dair açık bir hüküm bulunmamakla birlikte, bu hallerde de alacaklı halef tarafından kısmen tatmin edilmeseydi hangi durumda olacak idiyse, halefiyet halinde de aynı durumunu koruması gerektiği yönünde görüşler[238] bulunmaktadır.[239]

Anılan ilkenin İcra ve İflas Hukukundaki yansımasını ise, 204. maddede görülmektedir. “Alacaklı masaca yapılan taksimde alacağının tamamına düşen hisseden alacağını tamamlayacak kadarını alır; geriye kalan paradan müşterek borçluya, rücu hakkı olduğu miktara düşen hisse verilir. Artan para da masaya kalır.” şeklindeki 204/2 gereğince, iflas masası tarafından yapılacak paylaştırmada, alacaklının diğer birlikte borçlulara göre öncelikli olduğu kabul edilmiştir.[240]

  1. d) Alacaklının, alacağın varlığından ve borçlunun ödeme gücünden sorumlu olmaması:

TBK.m.191/2’de “Alacak bir edim karşılığı olmaksızın devredilmiş ya da kanun gereğince başkasına geçmişse, devreden veya önceki alacaklı, alacağın varlığından ve borçlunun ödeme gücünden sorumlu değildir.” düzenlemesi bulunmaktadır.

Halefiyetin, bir kanuni temlik olması nedeniyle yukarıdaki düzenleme gereğince, önceki alacaklı alacağın varlığından ve borçlunun ödeme gücünden sorumlu bulunmadığı söylenebilir. Ancak bu hükmün, mevcut olmayan bir alacak sebebiyle alacaklıya ifada bulunulmuş olması durumunda, alacaklının sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağı kabul edilmektedir.[241]

3.2. Borçlunun Hukuki Durumu

  1. a) Halefiyet, (TBK.m.127/1 b.2 hükmü çerçevesinde doğan halefiyet dışında) borçlunun herhangi bir rolü olmaksızın ve onun iradesi aranmaksızın gerçekleşmektedir.

Hatta borçlunun, üçüncü kişinin ifasına engel olması da söz konusu olmaz. Borçlu bir takım kaygı ve düşüncelerle, borcunun üçüncü bir kişi tarafından ifa edilmesini istemeyebilir. Ancak alacaklının edimine kavuşma çıkarı, borçlunun bu kaygılarına üstün tutulmuştur. [242]

Borçlunun dışında ve doğrudan yasa gereğince gerçekleşen bir durum, halefiyet alacaklıya zarar vermez kuralında olduğu gibi borçluya da aynı şekilde zarar vermemeli, borçlu, alacaklı karşısındaki durumunu alacaklının haklarına halef olan kişi karşısında da muhafaza edebilmelidir.[243]

Bu kapsamda, daha evvel de ifade ettiğimiz üzere TBK’nda alacağın devri ile ilgili olarak getirilen bir kısım düzenlemenin halefiyet için de geçerli olacağı kabul edilmektedir. Bunlardan biri de 186. maddede yer alan “borçlunun, alacağın devredildiği, devreden veya devralan tarafından kendisine bildirilmemişse, önceki alacaklıya; alacak birkaç kez devredilmişse son devralan yerine önceki devralanlardan birine iyiniyetle ifada bulunarak borcundan kurtulur” düzenlemesidir.

Buna benzer bir düzenleme kefalet için 597. maddede bulunmaktadır. Bu hüküm, kefile, borcu kısmen veya tamamen ödemesi durumunda, bunu borçluya bildirme zorunluluğu öngörmekte olup, bu bildirimin yapılmaması ve ödemeyi bilmeyen veya bilmesi gerekmeyen borçlunun, alacaklıya ikinci defa ödeme yapması durumunda kefilin rücu hakkını kaybedeceği düzenlenmiştir. Bu durumda, kefil yalnızca alacaklıya karşı sebepsiz zenginleşmeden doğan talebini yöneltebilecektir.

Kefilin halefiyeti dışındaki diğer halefiyet hallerinde de halefin, alacaklıya ifada bulunduğu hususunu borçluya ihbar etmesi gerekir ki rücu hakkını emniyet altına almış olsun. Aksi halde iyiniyetle ödemede bulunan borçluya rücu imkânı ortadan kalkacaktır.

  1. b) Alacağın devrine ilişkin olarak, 188. maddede, “Borçlu, devri öğrendiği sırada devredene karşı sahip olduğu savunmaları devralana karşı da ileri sürebilir.” düzenlemesi bulunmaktadır. Yukarıda belirtildiği üzere, borçlunun alacaklı karşısındaki durumunu halef karşısında da koruması esas olduğundan, bu hükmün halefiyet hallerinde de geçerli olduğu kabul edilmektedir.[244]

Bu kapsamda, borçlu, alacaklıya karşı sahip olduğu alacağa bağlı itiraz ve def’ileri (örneğin; borcun ehliyetsizlik veya şekle aykırılık nedeniyle geçersizliği, borcun sona erdiği, zamanaşımı ve ödemezlik def’i vb.) halefe karşı da ileri sürebilecektir.

Ayrıca, söz konusu maddenin 2. fıkrası gereğince, borçlu devri öğrendiği anda muaccel olmayan alacağını, devredilen alacaktan önce veya onunla aynı anda muaccel olması şartıyla borcu ile takas edebilecektir. Yani borçlu, halefe olan borcunu alacaklıdan olan bir alacağı ile takas edebilecektir. Bu durum, takasta alacakların karşılıklı olması kuralının bir istisnası olarak karşımıza çıkar.

  1. c) Müteselsil borçlulara ilişkin m.165’te “Kanun veya sözleşme ile aksi belirlenmedikçe, borçlulardan biri kendi davranışıyla diğer borçluların durumunu ağırlaştıramaz.” hükmünü içermektedir.

Bu hüküm, borçlular arasındaki iç ilişki ile ilgili bir yasak getirmektedir. Buna göre, borçlulardan hiçbiri, alacaklı ile yapacağı anlaşma ile diğerlerinin durumunu ağırlaştıramaz. Örneğin, vadeyi uzatamaz, para borcunda faiz oranını yükseltemez. [245]

  1. d) Borçlunun kefil karşısındaki durumu ile ilgili özel bir hükme de değinmek gerekir. TBK.m.595’te, maddede yer verilen şartlarla kefilin borçludan güvence verilmesini ve borçtan kurtarılmasını isteme hakkı bulunduğu düzenlenmiştir. Buna göre;

Kefil, aşağıdaki durumlarda asıl borçludan güvence verilmesini ve borç muaccel olmuşsa, borçtan kurtarılmasını isteyebilir:

  1. Asıl borçlu, kefile karşı üstlendiği yükümlülüklere, özellikle belli bir süre içinde kendisini borçtan kurtarma vaadine aykırı davranmışsa.
  2. Asıl borçlu temerrüde düşmüşse veya yerleşim yerini diğer bir ülkeye nakletmesi yüzünden takibat önemli ölçüde güçleşmişse.
  3. Asıl borçlunun mali durumunun kötüleşmesi, güvencelerin değer kaybetmesi veya borçlunun kusuru sonucunda kefil için mevcut tehlike, kefaletin yapıldığı tarihe göre önemli ölçüde artmışsa.

Kefile tanınmış bu hakların, ileride doğması muhtemel olan rücu hakkının kullanılmasını kolaylaştırma amacı taşıdığı belirtilmektedir. Bu halde, kefil alacaklıyı tatmin ettikten sonra asıl borçluya rücu edebilecekse henüz rücu hakkının doğmadığı bir aşamada teminat göstermesini veya borçtan kurtarılmasını istemesi söz konusu olabilir.[246]

4.HALEFİYETTE ZAMANAŞIMI

Alacağın tabi olduğu zamanaşımı süresi ve ne zaman işlemeye başlayacağı, alacağı doğuran hukuki sebebe bağlı olarak belirlenir. Halefiyet, asıl alacağın bağlı olduğu zamanaşımı süresinde bir değişiklik yaratmaz.[247]

Bu kapsamda,  alacak haksız fiilden doğmuş ise TBK.m.72 gereğince, sebepsiz zenginleşmeden doğmuşsa TBK.m.82 gereğince 2 ve 10 yıllık zamanaşımı süreleri söz konusu olacak; sözleşmeden doğan alacaklar ise m.146-147 gereğince 5 ve 10 yıllık zamanaşımı sürelerine tabi olacaktır.

Zamanaşımının halefiyet bakımından incelenmeye değer yönü, zamanaşımının halefiyetin doğumundan önce işlemeye başlamış olması durumunda, halefiyetin doğumu ile birlikte bu zamanaşımının işlemeye devam mı edeceği, yoksa halefiyetin yeni bir zamanaşımı mı başlatacağı konusudur.

Bir görüşe göre; halefiyet yoluyla elde edilen rücu hakkının zamanaşımı, kural olarak herhangi bir kesilme olmaksızın, halefiyet anında ne durumda ise o haliyle halefe geçer.[248] Buna karşın, halefiyet söz konusu olmaksızın iç ilişkideki özel sebeplere dayanan rücu hakkında, yeni ve bağımsız bir zamanaşımı süresi söz konusu olmaktadır. Bu durumda, halefiyet yoluyla elde edilen hak zamanaşımına uğradığında, özel rücu sebeplerine başvurulabilmesi mümkündür.[249]

Ancak bir başka görüşe göre; bölünemeyen ve müteselsil borçlulukta (ve esasen kefalette) olduğu gibi halefiyet, temelde bir rücu hakkına dayanmakta, bu nedenle onun bir fer’i sayılmaktadır. Bu hallerde rücu hakkının doğumu ile birlikte alacaklıyı tatmin eden kişi lehine bu anda muaccel olan yeni bir hak doğmakta, bu hakkın feri’i olan halefiyet için de yeni bir zamanaşımı süresi işlemeye başlamaktadır.[250]

Diğer yandan, bölünemeyen ve müteselsil borçta, borçlulardan birinin borcu ifa etmesi ikrar niteliğinde olup, ikrar zamanaşımını kesen hallerden biridir ve m.155 gereğince bu borçlulardan birine karşı kesilen zamanaşımı süresi diğerlerine karşı da kesilmiş olur. Bu nedenle, halefiyetin doğumu ile birlikte yeni bir zamanaşımı süresi işlemeye başlayacaktır.[251]

Kefilin halefiyetine ilişkin olarak, 596/5 hükmünde açıkça, “kefilin rücu hakkına ilişkin zamanaşımının, kefilin alacaklıya ifada bulunduğu anda işlemeye başlayacağı” kabul edilmiştir. 818 sayılı BK’nda olmayan bu hüküm ile kefilin halef olarak rücu hakkını kullanması durumunda, bu alacağı için yeni bir zamanaşımının işlemeye başlayacağı açıkça yasa hükmüne bağlanmıştır. Ancak 818 sayılı EBK döneminde de Yargıtay, kefil için zamanaşımının alacaklının tatmini anından itibaren başlayacağını kabul etmekteydi.

Yargıtay’a intikal eden bir olayda, alacaklının haklarına halef olan kefilin, asıl borçluya karşı açtığı tasarrufun iptali davasında, “borcun tasarruftan önce doğmuş olması” şartının sağlanıp sağlanmadığı, bu kapsamda kefilin borcunun, alacaklıyı tatmini yani halefiyetin doğumu (ve zamanaşımının başlaması) ile mi doğduğu konusu tartışılmıştır. Yerel mahkeme, kefilin borcunun, alacaklıya yaptığı ödeme ile doğduğunu, zaten halefiyetin ve zamanaşımının da bu andan itibaren başladığı ve böylece kefil lehine bağımsız bir hak doğduğu belirtilerek dava konusu tasarrufun, kefilin ödeme yapmasından önce gerçekleştirildiği gerekçesi ile davanın reddine karar vermiş; Yargıtay HGK ise, kefilin borcunun asıl borcun doğduğu tarihte yani kredi sözleşmesinin imzalandığı tarihte doğduğu, kefilin sonraki bir tarihte ödeme yaparak halef olmasının ve bu alacağı için yeni bir zamanaşımı süresinin işlemeye başlamasının bu hususta bir önemi olmadığı, kredi sözleşmesinin tasarruftan önce imzalanmış olması sebebiyle tasarrufun iptali davalarına özgü “borcun tasarruftan önce doğmuş olması” şartının sağlandığının kabul edilmesi gerektiği yönünde karar vermiştir.[252]

EBK’nda bulunmayan bir diğer hüküm ise haksız fiilden kaynaklanan rücu hakkına ilişkin olarak TBK.m.73’de bulunmaktadır. Bu hükme göre; haksız fiil nedeniyle ödenecek tazminattan kaynaklanan rücu istemi, tazminatın tamamının ödendiği veya birlikte sorumlu kişinin öğrenildiği tarihten itibaren başlayarak 2 yılın ve her halde tazminatın tamamının ödendiği tarihten başlayarak 10 yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrayacaktır.

Bu maddenin 2. fıkrasında,  tazminatın kendisinden ödenmesi istenen kişinin, durumu birlikte sorumlu olduğu kişilere bildirmek zorunda olduğu; aksi halde zamanaşımının, bu bildirimin dürüstlük kurallarına göre yapılabileceği tarihte işlemeye başlayacağı da düzenlenmiştir.

TBK.m.127’de düzenlenmiş olan halefiyet hallerinde ise iki ayrı değerlendirme yapmak gerekir. Maddenin 1. bendinde düzenlenen halefiyetin, temelde bir rücu hakkına dayanmadığı ve halefiyetin rücu hakkının bir fer’ii olmadığı kabul edildiğinden, halefin alacağı işlemekte olan zamanaşımı ile birlikte devraldığı, zamanaşımının halefiyet nedeniyle kesintiye uğramadığı kabul edilmektedir.[253]

Ancak 2. bentte düzenlenen halefiyette, borçlunun alacaklıya ihbarı söz konusu olduğundan, bu ihbarın ikrarı anlamına geldiği ve m.154 gereğince zamanaşımının kesildiği kabul edilmektedir. Ancak burada, borçlunun alacaklıya yaptığı bu bildirimin ifadan önce gerçekleştiği, halefiyetin ise ifa gerçekleşmeden doğmayacağı göz önünde bulundurulursa, yeni zamanaşımı süresi halefiyetin doğumu ile değil, borçlunun yapacağı bildirim ile işlemeye başlayacağı kabul edilmelidir.

 

GENEL DEĞERLENDİRME VE SONUÇ

Halefiyet, bir kimsenin başka birinin yerine geçmesi; halef de birinin ardından gelip onun makamına geçen kimse anlamlarında kullanılan ve çeşitli hukuki ilişkilerde sıklıkla karşımıza çıkan bir kavramdır. Örneğin, mirasçıların murisin yerini almasında olduğu gibi, malvarlığının bir bütün olarak bir kimseden başka bir kimseye geçmesi için külli halefiyet; alacağın devrinde olduğu gibi yalnızca belirli bir hakkın bir kimseden başkasına geçmesi için ise cüz’i halefiyet terimlerinin kullanıldığını sıkça görürüz. Ancak bunlar, halefiyetin geniş anlamda kullanıldığı örneklerdir. Halefiyetin borçlar hukuku yönünden, dar ve teknik bir anlamı bulunmakta olup, çalışmamızda TBK’nda düzenlenen bu dar anlamdaki halefiyet incelenmeye çalışılmıştır.

Bu anlamda halefiyet, en özet biçimde, başkasına ait borcu ifa eden kişinin alacaklının haklarını yasa gereğince kendiliğinden kazanması şeklinde tanımlanabilir.

Bu kavram, bazı hukuki kurumlarla yakından ilişkilidir. Bunlardan biri rücudur. Halefiyet ve rücu, başkasına ait borcu ifa eden kişinin malvarlığındaki eksilmeyi gidermek amacıyla asıl borçluya başvurma imkanı sağlayan ve bu bakımdan aynı hukuki amaca hizmet eden iki kurumdur. Ancak aralarında önemli farklar vardır. Herşeyden önce, halefiyet, halef olan kişi ile alacaklı ile arasında gerçekleşir. Rücu ise halefin, malvarlığında gerçekleşen azalmayı gidermek için asıl borçluya (veya müteselsil borçta olduğu gibi diğer borçlulara) başvurmasını ifade eder. Yasanın halefiyet öngörmediği hallerde de rücu söz konusu olabilir. Taraflar, aralarındaki sözleşme (vekalet), vekaletsiz iş görme veya sebepsiz zenginleşme şeklindeki hukuki sebeplerinden birine dayanarak birbirlerine rücu edebilirler. Bu durumda rücu, aradaki bu temel ilişkiden doğar. Halefiyet ise, taraflar arasında böyle bir temel ilişki olup olmadığına bakmaksızın, yasa gereğince gerçekleşir.

Bunu şöyle bir örnekle açıklamak mümkündür: Bir banka tarafından müşterisine verilen ve karşılıksız çıkan bir çeke ilişkin yasal yükümlülük tutarının hamile ödenmesi durumunda, bu tutarın tahsili amacıyla banka müşterisine rücu eder. Bu rücu hakkı, banka ile müşteri arasında imzalanan gayrinakdi kredi sözleşmesinde yer alan hükme yani aralarındaki özel rücu sebebine dayanır. Burada yasa tarafından öngörülmüş bir halefiyet söz konusu değildir. Yani, bankanın ödediği tutarı müşterisinden talep etme hakkı, sözleşmeden doğar ve sözleşmede bu konuda hüküm yoksa banka müşterisinden bu tutarı talep edemez.

Buna karşın, banka tarafından kullandırılan bir krediye kefil olan kişinin, bu kefaleti nedeniyle bankaya bir ödeme yapması halinde, kefilin yaptığı bu ödeme nedeniyle, lehine ödeme yaptığı kredi borçlusuna rücu edebilmesi için kefil ile bu asıl borçlu arasında rücu hakkını öngören bir sözleşme ilişkisinin bulunup bulunmadığına bakılmayacaktır. Çünkü yasa, ödeme yapan kefilin alacaklıya halef olacağını özel olarak düzenlemiştir. Bu nedenle de borcu ödeyen kefil, ödediği tutarı kredi borçlusundan bu kanun hükmüne dayanarak talep edebilecektir.

Peki halefiyet, halef olan kişiye nasıl bir avantaj sağlar? Halefiyetin söz konusu olmadığı durumlarda da, rücu hakkı söz konusu olabilecek ise de, bu halde rücu eden, yasanın halefe tanıdığı bazı ayrıcalıklardan yararlanamaz. Örneğin alacaklıya halef olan kişi, alacak yanında alacağa bağlı hakları da (örneğin, alacak için verilmiş olan rehinleri) elde ettiği halde, iç ilişkideki özel sebebe dayanan rücuda böyle bir durum söz konusu olmaz.

Diğer taraftan, rücu hakkı, hak sahibi olan kişinin şahsında, eski alacaktan bağımsız, ayrı bir hak olarak doğmaktadır. Bu nedenledir ki, rücu hakkı sahibinin bu hakkı için yeni bir zamanaşımı süresi işlemeye başlar. Halefiyette ise alacaklıya ait bir hakkın, borcu ifa eden kişiye intikali söz konusu söz konusu olduğundan halefiyetten doğan bu alacak için daha önce işlemeye başlayan zamanaşımı süresi işlemeye devam eder. Ancak şunu belirtmek gerekir; yeni Borçlar Kanunu’nda kefaletle ilgili olarak eski kanunda bulunmayan pek çok yeni düzenleme bulunmakta olup, bunlardan biri de alacaklıya halef olan kefilin rücu hakkına ilişkin zamanaşımının alacaklıya ifada bulunduğu anda işlemeye başlayacağı hükmüdür.

Halefiyetle yakın ilişkisi bulunan bir diğer hukuki kurum ise temliktir. Halefiyet özü itibarıyla bir “temlik” olmakla birlikte, temlik denince akla ilk gelen ve bankacılık uygulamasında da sıkça yapılan “alacağın temliki” işleminden farklı olarak, tarafların iradesinden değil yasadan kaynaklanır. Dolayısıyla halefiyet kanuni temlikin bir türüdür. Bu nedenle, hukukumuzda “iradi halefiyet” söz konusu olmayıp, yalnızca “kanuni halefiyet” vardır. Diğer yandan alacağın iradi olarak devrini düzenleyen TBK.m.183-194 hükümlerinin, niteliğine uygun düştüğü ölçüde halefiyet için de uygulanabileceği kabul edilmektedir.

Halefiyet yalnızca kanunda sınırlı olarak sayılan hallerde söz konusu olabilir. Bu kural, halefiyetin genel şartlarındandır. Bu bakımdan TBK’nda düzenlenmeyen bir halefiyet söz konusu olamayacaktır.

Halefiyetin genel şartlarından bir diğeri ise, başkasına ait bir borç için alacaklının tatmin edilmesidir. Alacaklının tatmini kavramı üzerinde özellikle durulmuştur. TBK’nda halefiyete ilişkin hükümlerde “borcu ifasından” bahsedilmektedir. Ancak ifa, borcu sona erdiren tek hal değildir. Borcun ifa dışında sona ermesi durumunda, borcu sona erdiren kişinin halef olup olamayacağı, alacaklının malvarlığında gerçek anlamda bir artış sağlayıp sağlamadığına göre değerlendirilmelidir. Bu bakımdan, takas, tevdi, ifa yerine edim gibi hallerde alacaklının gerçek anlamda tatmin edilmiş olacağı görüşü benimsenmiştir.

Halefiyetin doğumu için gerekli bu genel şartların yanı sıra halefiyet öngörülen her bir yasal düzenlemenin kendine özgü özel şartlarını da ayrıca incelemek gerekir.

Yasada düzenlenen halefiyet halleri; TBK.m.127’de yer alan ve diğer halefiyet hallerine göre daha genel halefiyet halleri öngören “üçüncü kişi lehine halefiyet” ile borçtan şahsi sorumluluğu bulunan kefil (m.596), müteselsil borçlular (m.168), bölünemeyen borcun borçluları (m.85) ve haksız fiil sonucu oluşan zarardan sorumluluğu bulunan kişiler (m.62) lehine öngörülen halefiyet ile sınırlıdır.

Çalışmamızda ilk olarak, genel halefiyet hükmü olarak bilinen m.127 hükmü incelenmiştir. Anılan maddenin 1. fıkrasının 1. bendinde “Alacaklıya ifada bulunan üçüncü kişinin, başkasının borcu için rehnedilen bir şeyi rehinden kurtardığı ve bu şey üzerinde mülkiyet veya başka bir ayni hakkı bulunduğu takdirde” alacaklıya halef olacağı; 2. bendinde ise “Alacaklıya ifada bulunan üçüncü kişinin ona halef olacağı, borçlu tarafından ifadan önce alacaklıya bildirildiği takdirde” bu kişilerin alacaklının haklarına halef olacağı düzenlenmiştir.

Sayılan hallerin ilkinde, başkasına ait bir borç için rehnedilen şeyi rehinden kurtaran herkes değil rehinli malın maliki veya mal üzerinde başkaca bir sınırlı ayni hakkı bulunan kişi alacaklının haklarına halef olacaktır. Yasada düzenlenen ikinci halde ise, halefiyetin doğumu için borçlunun, kendisi yerine ifada bulunacak kişinin alacaklıya halef olacağını, alacağın ifa edilmesinden önce veya en geç ifa anında alacaklıya ihbar etmesi gerekir. Bu ihbar herhangi bir geçerlilik şekline tabi tutulmamış olmakla birlikte, HMK’nda yer alan ispat kuralları ile bağlı olunacaktır. Bu şekilde gerçekleşen halefiyet ise, uygulamada pek bilinmediğinden çok sık karşımıza çıkmamaktadır.

TBK’nun 168. maddede ise müteselsil borçlular arasında gerçekleşen halefiyet düzenlenmiştir. Bu madde kapsamında halefiyetin doğumu için, müteselsil borçlulardan birinin, alacaklıya, diğer borçlularla aralarındaki iç ilişki gereğince kendisine düşen paydan daha fazla bir miktarda ödeme yapmış olması gerekir.

Müteselsil sorumluluk, sözleşmeden kaynaklanabileceği gibi birçok farklı yasal düzenlemeden de kaynaklanabilir. Örneğin TBK’nda borca katılanın sorumluluğu (m.201),  bir yapının sebep olduğu zarardan malik ile birlikte oturma ve intifa hakkı sahiplerinin sorumluluğu (m.69), bir malvarlığını devreden ile devralanın alacaklılara karşı sorumluluğu (m.202), birlikte vekalet verenlerin sorumluluğu (m.511) müteselsil sorumluluk olarak öngörülmüştür. Dolayısıyla müteselsil borçlulara özgü halefiyetle ilgili söylenenler bu haller için de geçerlidir.

TBK.m.61 ve 62’de düzenlenen bir zarardan birden çok kişinin sorumluluğuna ilişkin düzenlemeler de müteselsil sorumluluk hallerindendir. Ancak yeni TBK, 818 sayılı eski Borçlar Kanunu dönemindeki haksız fiil sorumluluğunda uygulanan eksik teselsül ve tam teselsül ayrımını ortadan kaldırdığından bu düzenleme üzerinde ayrıca durmak gerekmiştir.

EBK.m.50’de birden fazla kişinin birlikte bir zarara sebep olmaları (aynı hukuki sebepten) durumunda bunların zarardan müteselsilen sorumlu olduğu ve hakimin her bir borçlunun kusurunu dikkate alarak her birinin zararın ne kadarından sorumlu olduğunu takdir edeceği düzenlenmiş idi. Bu durum öğretide tam teselsül olarak nitelendirilmekteydi.

EBK.m.51’de ise, birden fazla kişinin aynı zarardan farklı hukuki sebepler (haksız fiil, sözleşme, kanun) nedeniyle sorumlu olması durumunda, hakim tazminatı paylaştırırken maddede belirtilen sırayı (haksız fiil- sözleşme- kanun) gözetmekte idi. Yani tazminata nihai olarak haksız fiili gerçekleştiren kişi katlanmaktaydı. Bu durum eksik teselsül olarak nitelendirilmekteydi. Bu ayrımın yürürlükte olduğu dönemde, halefiyetin, yalnızca tam teselsül hallerinde söz konusu olacağı, eksik teselsül hallerinde halefiyetin söz konusu olmayacağı belirtilmekteydi.

TBK’nda bu türden bir ayrım kabul edilmemiş, zarara gerek birlikte sebep olanların, gerekse zarardan farklı sebeplerle birlikte sorumluluğu bulunanların, zarar gören karşısında müteselsil sorumlu oldukları düzenlenmiş olup, her iki halde de tam teselsül söz konusu olacağı kabul edilmiştir.  Bu kapsamda, borçlulardan biri tarafından zarar görene ifada bulunulmasından sonra iç ilişkide kendi payına düşenden fazlasını ödeyen borçlu, zarar görenin haklarına halef olarak diğerlerine rücu edebilmektedir. Zarar müteselsil borçlular arasında paylaştırılırken, yasa, eskiden olduğu gibi, hukuki sebeplere göre haksız fiil, sözleşme, kanun) bir sıralama öngörmemiş; bütün durum ve koşullar, özellikle onlardan her birine yüklenebilecek kusurun ağırlığı ve yarattıkları tehlikenin yoğunluğu göz önünde tutularak bir paylaştırma yapılacağı belirtilmiştir.

Halefiyetin kabul edildiği bir diğer duruma, m.85’te düzenlenen bölünemeyen borçlarda rastlanır. Bölünemeyen borç, niteliği icabı veya tarafların anlaşması gereğince kısım kısım ifası mümkün olmayan borçlardır. Bu nitelikteki bir borç, birden çok borçlu tarafından borçlanılmışsa, bunlardan her biri borcun tamamını ifa ile yükümlü olmaktadır ve borçlular kendi aralarında aksine bir anlaşma yapmamışlarsa, borcu ifa eden borçlu diğer borçlulara rücu edebilecektir. Yasa, bu rücu hakkını da halefiyetle kuvvetlendirmiştir.

Bankacılık uygulamasında, halefiyetin belki de en sık görüldüğü durum ise, kefaletteki halefiyettir. Bu nedenle, TBK’nda yer alan kefalete ilişkin ayrıntılı düzenleler ile eski kanunda bulunmayan yeni düzenlemelere çalışmamızda özelikle değinilmeye çalışılmıştır.

TBK.m.596 gereğince “Kefil, alacaklıya ifada bulunduğu ölçüde, onun haklarına halef olur.” Kefilin halef olabilmesi için, herşeyden önce geçerli bir asıl borç ve geçerli bir kefalet sözleşmesi bulunmalı, kefil borcunu kısmen de olsa ifa etmiş olmalı ve rücu hakkının kaybedilmesine yol açacak durumların bulunmaması gerekir. Çünkü kefil, asıl borçluya ait defileri ileri sürmeden bir ifada bulunmuşsa veya yaptığı ifayı asıl borçluya bildirmemiş olması nedeniyle borçlu ikinci defa ifada bulunmuşsa rücu hakkını kaybeder.

Halefiyetin doğumuna ilişkin yukarıda kısaca değinilen şartların bulunması halinde halefiyet hüküm ve sonuçlarını doğurur. Halefiyetin en önemli sonucu, alacağın ve alacağa bağlı hakların, başkaca herhangi bir işleme gerek kalmaksızın kendiliğinden halefe geçmesidir. Halefe intikal eden bağlı hakların başında da alacağı güvence altına alan fer’i nitelikteki teminatlar gelir. Bunlar, taşınır rehni, taşınmaz rehni, ticari işletme rehni, hapis hakkı gibi ayni bir teminat olabileceği gibi, kefalet gibi şahsi bir teminat da olabilir. Hatta alacaklı alacağın güvencesi olarak elinde bulunan kıymetli evrakı da halefe devretmelidir. Öğretide halefiyet durumunda tıpkı miras veya şirketlerin birleşmesinde olduğu gibi fer’i hakların yasa gereğince, kendiliğinden halefe geçeceği, bu kapsamda halefiyeti doğuran hukuki işlem ayrıca ispatlanmak suretiyle senetlerin ciro edilmeksizin halefe devrinin mümkün olduğu belirtilmektedir.

Fer’i nitelikte olmayan teminatların (örneğin inançlı temlik ile mülkiyeti alacaklıya geçirilen taşınmazın) ise halefe kendiliğinden geçmesi söz konusu olmaz. Ancak öğretide, kefilin halefiyetine ilişkin olarak, halefiyete ilişkin kuralların geniş yorumlanmasıyla alacaklının kendisini tatmin eden kefile fer’i nitelik taşımayan teminatları da devretmekle yükümlü olduğu belirtilmektedir

Yukarıda da belirtildiği gibi, kefalet uygulamada en sık rastlanan şahsi teminatlardan biri olduğundan yasada kefilin halefiyetinin kapsamı özel olarak düzenlenmiştir. m.596/2’de “kefilin, aksi kararlaştırılmamışsa, rehin hakları ile aynı alacak için sağlanmış diğer güvencelerden sadece kefalet anında var olan veya bizzat asıl borçlu tarafından, sonradan özellikle bu alacak için verilmiş bulunanlara halef olacağı” düzenlenmiştir. Dolayısıyla, kefaletin kurulmasından sonra, üçüncü kişilerce rehin verilmesi halinde kefil, halefiyet kapsamında bunlara başvuramayacaktır. Sonradan asıl borçlu tarafından verilenlere ise, rehnin özellikle bu alacak için verilmiş olması halinde başvurabilecektir.

TBK.m.127’de rehin veren üçüncü kişi lehine de halefiyet öngörüldüğünden rehin veren üçüncü kişi ile kefil arasındaki rücu ilişkisi üzerinde de ayrıca durmak gerekir.

Bu hususta TBK.m.596/4’te “Bir alacağın güvencesini oluşturan rehin paraya çevrildiği veya borç rehin veren malik tarafından ödendiği takdirde malik, kefile karşı rücu hakkını, ancak kefil ile kendisi arasında böyle bir anlaşma varsa ya da rehin sonradan bir üçüncü kişi tarafından verilmişse kullanabilir.” hükmü bulunmaktadır. Bu hüküm, yukarıda yer verilen m.596/2 ile paralellik arz eder. Rehin veren malikin ancak rehnin kefaletten sonra üçüncü kişi tarafından verilmiş olması durumunda veya rehin veren üçüncü kişi ile kefil arasında bu yönde bir anlaşma bulunması halinde kefile rücu edilebileceği kabul edilmiştir.

Halefe intikal edecek fer’i haklar içerisinde, faiz, yenilik doğuran haklar ile dava ve takip hakları da bulunmaktadır. Bu kapsamda, alacaklıya, asıl borç yanında halefiyetin doğumuna kadar işlemiş faizleri de ödeyen halefin asıl alacağı olduğu kadar ödediği faizleri de asıl borçludan talep etme hakkına sahip olması gerekir. Ayrıca, halefiyetin, alacaklı tarafından borçlu aleyhine dava açması veya icra takibi başlatılmasından sonra gerçekleşmesi durumunda, halefin bu dava veya takibe alacaklının yerine geçerek devam edebileceği kabul edilmektedir.

Halefiyet gereğince, alacağı güvence altına alan teminatların halefe intikal etmesi, alacaklı yönünden oldukça önemli sonuçlar doğurur. En başta, alacaklının, bu teminatları koruma, halefin aleyhine eksilmeleri veya ortadan kalkmaları sonucunu doğuracak eylemlerden kaçınma yükümlülüğü bulunmaktadır. Nitekim, kefilin başvurabileceği nitelikteki teminatların azaltılması halinde kefilin sorumluluğunun da bu miktarda azalacağı; teminatların elden çıkarılması halinde ise kefilin sorumluluğunun ortadan kalkacağı düzenlenmiştir.

Diğer yandan, alacaklı, kendisine ifada bulunan halefe elindeki alacak senetleri ve diğer ispat vasıtalarını teslim etmekle yükümlüdür. Alacaklı, senetleri, ispat vasıtalarını ve elindeki teminatları halefe teslim yükümlülüğü altında olduğuna göre,  bunları korumakla da yükümlüdür. Bu yükümlülüğe aykırı davranışın sonucu, halefin uğradığı zararın tazmin edilmesidir. Hatta, kefalet söz konusu ise, kefilin borcundan kurtulacağı düzenlenmiştir.  

Halefiyetin alacaklıyı ilgilendiren diğer bir yönü de “halefiyet alacaklıya zarar veremez” kuralıdır. Bu kuralın önemi, alacağın kısmen ödenmesi durumunda, halefin alacağı ile alacaklının kalan alacağı için teminatlardan kimin öncelikle yararlanacağı sorunu bakımından gündeme gelir. Eski Borçlar Kanunumuzda bu kurala yönelik bir düzenleme bulunmamaktaydı. TBK’nda kefalete ilişkin olarak m.596/2 2. cümlede, “alacaklıya kısmen ifada bulunan kefil, rehin hakkının sadece bunu karşılayan kısmına halef olur. Alacaklının rehin konusu üzerinde geriye kalan alacak hakkı, kefilin rehin hakkından ön sırada gelir.” hükmü bulunmaktadır. Anılan ilkenin İcra ve İflas Hukukundaki yansımasına ise, 204. maddede aracılığı ile değinilmiştir.

Halefiyetin sonuçları arasında değinilen son konu ise zamanaşımıdır. Halefiyet yoluyla elde edilen rücu hakkının zamanaşımı, kural olarak herhangi bir kesilme olmaksızın, halefiyet anında ne durumda ise o haliyle halefe geçer. Ancak bölünemeyen borçluluk, müteselsil borçluluk ve kefalette olduğu gibi halefiyet, temelde bir rücu hakkına dayanmakta ise bu rücu hakkının doğumu ile birlikte alacaklıyı tatmin eden kişi lehine bu anda muaccel olan yeni bir hak doğduğu ve yeni bir zamanaşımı süresi işlemeye başladığı kabul edilmektedir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

KAYNAKÇA

ALTAY, Sabah, Müteselsil Borçlunun Rücu Hakkının Doğumundan Önce Borçtan Kurtarılma Talebi, MÜHF-HAD, C-17, S.1-2

BİLGEN, Mahmut, Öğreti ve Uygulamada Kefalet ve Yargılama Hukukuna İlişkin Uyuşmazlıklar, Adalet yayınevi, Ankara, 2013

CANYÜREK, Murat, Müteselsil Borçlulukta İç ve Dış ilişkiler, İstanbul, 2003,

DİŞEL, Buse,  İcra Hukukunda Takip Arkadaşlığı, s. 71, XII. Levha, İstanbul, 2014

 

EREN, Fikret, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Yetkin yayınları, Ankara, 2012,

FRANKO, Nisim İ., Borçlar Kanununun 109. Maddesine Göre Halefiyet Halleri, Ankara Barosu Dergisi, 1982,2, s.202-220

GÜMÜŞ, Alper, Türk-İsviçre Borçlar Hukukunda İbra Sözleşmesi, Vedat Kitapçılık, İstanbul, 2015, s. 222

KAPANCI, Kadir Berk, Birlikte Borçlulukta Borçlular Arası İlişkiler, Vedat Kitapçılık, İstanbul, 2015

KARATAŞ, Müslüm, Ödemede Bulunan Kefilin Alacaklıya Halef Olması, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2006

 

KILIÇOĞLU, Ahmet M., Türk Borçlar Hukukunda Kanuni Halefiyet, Ankara Üniversitesi Hukuk fakültesi Yayınları No:448, Ankara, 1979 (Halefiyet)

KILIÇOĞLU, Ahmet M., Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Turhan Kitabevi, Ankara, 2012 (Borçlar)

KIRCA, Çiğdem, 6098 Sayılı Borçlar Kanunu ile Müteselsil Sorumluluk Konusunda Getirilen Yenilikler, Yeni Türk Borçlar kanunu ve Yeni Türk Ticaret Kanunu Sempozyumu (Derleyen: Prof. Dr. Çiğdem Kırca), Vedat Kitapçılık, İstanbul, 2013

KIRCA, İsmail, Alacaklının Teminat Olarak Aldığı Emre Yazılı Kambiyo ve Nama Yazılı Pay Senetlerini Borcu Ödeyen Kefile Devir ve Teslim Borcunu İfa Şekli, Prof. Dr. Fırat Öztan’a Armağan, 2010, s. 1299-1304

 

POROY, Reha/TEKİNALP, Ünal, Kıymetli Evrakın Esasları, Vedat, İstanbul, 2010, s. 168

 

RODOSLU, Emine  Koçano, Rücu Hakkı, Turhan Kitabevi, Ankara, 2016, s. 5

 

KOCAYUSUFPAŞAOĞLU/HATEMİ/SEROZAN/ARPACI, Borçlar Hukuku Genel Bölüm, Cilt III, Filiz Kitabevi, İstanbul, 2014

MORALI, AHU AYANOĞLU, Mülkiyet Hakkının Teminat Amaçlı Devrine Yönelik İnançlı İşlemler, Doktora Tezi, 2006.

NOMER, Haluk, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Beta, İstanbul, 2012,

NOMER, Haluk, Halefiyet ile Rücu arasındaki İlişki, Özellikle Sosyal Sigortalar ile Özel Sigortaların Rücu Hakları Bakımından Halefiyetin Rolü, İÜHFM, C. LV, S,.3, 1997, s.243-260

OĞUZMAN, M. Kemal; ÖZ, Turgut, Borçlar hukuku Genel Hükümler Cilt 1, Vedat Kitapçılık, İstanbul, 2012

OĞUZMAN, M. Kemal; SELİÇİ, Özer; OKTAY-ÖZDEMİR, Saibe; Eşya Hukuku, Filiz Kitabevi, İstanbul, 2009,

ÖZDOĞAN, Nurcihan Dalcı, Müteselsil Sorumluluk, Seçkin, Ankara, 2015

ÖZEN, Burak, Kefilin Özel Rücu Talebi ve Bu Talebin Halefiyete dayanan Genel Rücu Talebiyle İlişkisi, Prof. Dr. Rona Serozan’a Armağan, C.II, XII Levha, 1445-1479 (Halefiyet)

ÖZEN, Burak, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu çerçevesinde Kefalet Sözleşmesi, Vedat Kitapçılık, İstanbul, 2014 (Kefalet)

ÖZTÜRK, İdil Zeynep, Kişisel Teminat Sözleşmelerinde Rücu ilişkileri, Yüksek Lisans Tezi, 2012

REİSOĞLU, SEZA, Türk Kefalet Hukuku, Ankara, 2013

SİRMEN, Lale, Eşya Hukuku, Yetkin Basımevi, Ankara, 2013

İnternet kaynakları:

www.kazanci.com

www.legalbank.net

yargıtay.gov.tr

 

 

 

 

 

 

(*) Türkiye İş Bankası A.Ş.- Bölge Hukuk Müşaviri

(**)Türkiye İş Bankası A.Ş.- Müşavir Avukat

[1] Nomer, Haluk, Halefiyet ile Rücu arasındaki İlişki, Özellikle Sosyal Sigortalar ile Özel Sigortaların Rücu Hakları Bakımından Halefiyetin Rolü, İÜHFM, C. LV, S,.3, 1997, s.243; Kılıçoğlu, Ahmet M., Türk Borçlar Hukukunda Kanuni Halefiyet, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları No:448, Ankara, 1979, s.3 (Halefiyet)

[2] Türk Dil Kurumu (http://www.tdk.gov.tr/)

[3] Eren, Fikret, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Yetkin yayınları, Ankara, 2012, s. 931

[4] Özdoğan, Nurcihan Dalcı, Müteselsil Sorumluluk, Seçkin, Ankara, 2015, s.92

[5] Canyürek, Murat, Müteselsil Borçlulukta İç ve Dış ilişkiler, İstanbul, 2003, s.131

[6] Kılıçoğlu, Halefiyet, s.7

[7] Kocayusufpaşaoğlu-Hatemi-Serozan-Arpacı, Borçlar Hukuku Genel Bölüm, Cilt III, Filiz Kitabevi, İstanbul, 2014, s. 28. Aynı eserde, “BK 127’nin değindiği halefiyet ayrıcalığından, “kendi” (öz) borçlarını ödemek zorunda kalmış olan (dolayısıyla gerçek anlamda üçüncü kişi sayılamayacak olan) müteselsil borçlu ile kefil de yararlanırlar.” denmektedir.

[8] Bu hususta ayrıntılı bilgi için Kılıçoğlu, Halefiyet, s.5 vd.

[9] Kocayusufpaşaoğlu-Hatemi-Serozan-Arpacı, s. 29

[10] Kılıçoğlu, s.20

[11] Kılıçoğlu,s. 20

[12] Bu ilkenin istisnası .127/1 b.1’de düzenlenen “Başkasının borcu için rehnedilen bir şeyi rehinden kurtaran ve bu şey üzerinde mülkiyet veya başka bir ayni hakkı bulunan” kişi lehine doğan halefiyette görülür.

[13] Kılıçoğlu, s.20

[14] Rodoslu, Emine Koçano, Rücu Hakkı, Turhan Kitabevi, Ankara, 2016, s. 5

[15] Nomer, s.248; Kılıçoğlu, s.13

[16] Gautschi’den aktaran Kapancı, Kadir Berk, Birlikte Borçlulukta Borçlular Arası İlişkiler, Vedat Kitapçılık, İstanbul, 2015s. 355, 1492. dn

[17] Rodoslu, s.14; Özen, Burak, Kefilin Özel Rücu Talebi ve Bu Talebin Halefiyete dayanan Genel Rücu Talebiyle İlişkisi, Prof. Dr. Rona Serozan’a Armağan, C.II, XII Levha, s. 1453 (Halefiyet); Franko, Nisim, Borçlar Kanununun 109. Maddesine Göre Halefiyet Halleri, Ankara Barosu Dergisi, 1982,2, s.204

[18] Özen, Burak, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu Çerçevesinde Kefalet Sözleşmesi, 2. Bası, İstanbul, 2012, s. 447-448; Kapancı, s. 358 vd.

[19] Kılıçoğlu, s.14

[20] “(İç ilişkiye dayanan) Özel rücu hakkı, buna hak kazananın malvarlığında alacaklıyla olan ilişkisinin tamamen dışında başka bir ilişkiden doğma yeni bir borç meydana getirmektedir.” Kapancı, s. 356; Nomer, s.249

[21] Kapancı, s. 356

[22] Halefiyete ilişkin zamanaşımı ileride ayrıntılı olarak incelenmiştir.

[23] Kılıçoğlu, s.14

[24] Halefiyet ve rücu arasındaki farkları Yargıtay HGK’nun 23.02.2000 T., 2000/103 E., 2000/124 K. Sayılı kararında da aynı şekilde belirlenmiştir.(Legalbank, http://legalbank.net/belge/y-hgk-e-2000-4-103-k-2000-124-t-23-02-2000-yargitay-hukuk-genel-kurulu-karari/612332/, Erişim tarihi:10.02.2016)

[25] Kılıçoğlu, s.14 vd. ;Rodoslu, s. 14-15;

[26] Özdoğan, s. 98; Yargıtay HGK 4.11.2009 T., 2009/16-428 E., 2009/483 K. ve 17 HD. 27.06.2013 T., 2013/2309 E., 2013/10154 K. Sayılı kararlarında “…yasa koyucu da alacaklıyı tatmin eden borçlunun kendi payından fazla ödemede bulunması durumunda bu fazlalık ölçüsünde diğer borçlulara başvurabileceğini açıkça düzenlemiştir ( BK m. 146/1 ). Bu şekilde belirlenen hak, o borçlunun rücu hakkıdır. Yasa koyucu kendi payından fazla ödemede bulunan bir borçluya tanıdığı rücu hakkını kuvvetlendirmek amacıyla ( BK m. 146/1'de ) halefiyete de yer vermiştir.”;  Özen, “kefilin halefiyeti ilkesinin, kefilin her türlü ispat güçlüğünden kurtularak rücu hakkını kullanabilmesini ve bu sırada alacaklının elindeki feri nitelikteki teminatlara başvurabilmesini amaçladığını” belirtmektedir.” Bkz. Kefalet, s.449

[27] Kılıçoğlu, s.15

[28]Rodoslu, bu tür rücu hakkının vekalet sözleşmesi, adi ortaklı sözleşmesi veya kontrgaranti sözleşmesinden kaynaklanabileceğini belirtmektedir.

[29] Kılıçoğlu’na göre, halefiyet yalnızca vekalet ve vekaletsiz iş görme ile yarışabilir; halefiyetin sebepsiz zenginleşme ile yarışması mümkün değildir. Aksi görüş için bkz Kapancı, s.358, dn. 1501

[30] Özen, Halefiyet, s. 1453; Rodoslu,s.16

[31] Kılıçoğlu, s.16-19

[32] Aksi yöndeki görüş için bkz. Halefiyetin Hukuki Sonuçları bölümünde Faiz ve Cezai Şartın İntikali başlığı altındaki açıklamalar

[33] Kılıçoğlu, s.18-19; Rodoslu,s.18; Reisoğlu, Seza, Türk Kefalet Hukuku, Ankara, 2013, s. 272-273

[34] Özen, Halefiyet, s. 1454

[35] Özen, Halefiyet, s. 1455; Kapancı, s. 366-368

[36]Borcun başkası tarafından da ifa edilebilmesine ilişkin ayrıntılı bilgi için, Kocayusufpaşaoğlu/Hatemi/Serozan/ Arpacı, s. 22 vd.

[37] Kılıçoğlu, s. 24

[38] Kılıçoğlu, s.26; Rodoslu,s.65

[39] Kılıçoğlu, Halefiyet, s. 24-25

[40] Kılıçoğlu, Halefiyet, s.25

[41]; Kılıçoğlu, Ahmet, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Turhan Kitabevi, Ankara, 2012, s. 817;

[42] Kocayusufpaşaoğlu/Hatemi/Serozan/Arpacı, 7

[43] “Edim, aslında, belirli bir alacaklıya ve amaca, kural olarak ifa amacına (causa solvendi) yönelik, bilinçli, amaçlı bir kazandırma olarak da tanımlanabilir.” Kocayusufpaşaoğlu/Hatemi/Serozan/Arpacı, 9

[44] Oğuzman, M. Kemal; Öz, Turgut, Borçlar Hukuku Genel Hükümler Cilt 1, Vedat Kitapçılık, İstanbul, 2012, s. 264

[45] Kılıçoğlu, Halefiyet, s. 27

[46] Kısmi ifanın reddedilemeyeceği haller için bknz. Kapancı, s. 205 vd.

[47] Özen, kefilin halefiyetinin doğması için alacaklının tatmin edilmesi gerektiğini, buna karşın özel rücu talebi bakımından alacaklının tatmini sonucunun değil, kefilin gider yapmasının çoğu zaman yeterli olduğunu belirtmektedir. Bkz. Halefiyet, s. 1458. Bu tespitin, diğer halefiyet halleri için de geçerli olduğu düşünülmektedir.

[48] Kocayusufpaşaoğlu/Hatemi/Serozan/Arpacı, 8

[49] Kılıçoğlu, Halefiyet, s. 28. Buna karşın, ifa amacıyla edimde borçlu edimde bulunduğu anda borç sona ermediğinden, ancak ifa amacıyla verilen edimin tahsili anında borçtan kurtulacak, halefiyette ancak bu anda doğacaktır. Bkz. Kılıçoğlu, Borçlar Hukuku, s. 578.

[50] Kılıçoğlu, Borçlar Hukuku, s. 577-578

[51] Kılıçoğlu, Halefiyet., s. 28-29

[52] Nomer, Haluk, 229

[53] Özen, s. 479

[54] Kılıçoğlu, Borçlar Hukuku, s. 836

[55] Kılıçoğlu, Halefiyet., s. 31

[56] Kılıçoğlu, Halefiyet, s. 31

[57] Kapancı, s. 213

[58] Kapancı, 213

[59] Oğuzman/Öz, c.2, s. 467 -470

[60] Kılıçoğlu, Borçlar Hukuku, s. 820

[61] Kılıçooğlu, Halefiyet, s. 33

[62] Kılıçoğlu, Halefiyet, s. 33. Buna karşın, ibra ile alacaklının tatmin edilmiş olmayacağı, bunun ancak fiili ödeme ile mümkün olacağı yönünde görüşler de bulunmaktadır. Bkz. Kılıçoğlu, Halefiyet, s. 33, dn.23’te anılan yazarlar.

[63] Gümüş, Alper, Türk-İsviçre Borçlar Hukukunda İbra Sözleşmesi, Vedat Kitapçılık, İstanbul, 2015, s. 222

[64] Kapancı, s. 229

[65] “Halefiyet konusunda tip sıkılığı geçerlidir hukukumuzda” Kocayusufpaşaoğlu-Hatemi-Serozan-Arpacı, s. 30

[66] Kılıçoğlu, Halefiyet, s. 35; Kocayusufpaşaoğlu-Hatemi-Serozan-Arpacı, s. 30.

[67] Kılıçoğlu, Halefiyet, s. 35

[68] Kılıçoğlu, Halefiyet, s.43

[69] TMK.m.887’de “İpotekli taşınmazın maliki borçtan şahsen sorumlu değilse, alacaklının ödeme isteminin ona karşı etkili olması, bu istemin hem borçluya, hem kendisine karşı yapılmış olmasına bağlıdır.” hükmü bulunmaktadır. Buna göre, rehinle temin edilmiş alacağın muacceliyeti alacaklının ihbarına bağlı ise, bu ihbarın hem borçluya hem de taşınmaz malikine yapılması gerekir. İcra ve İflas Kanunu’nun taşınır rehninin paraya çevrilmesine ilişkin olarak 146. maddesinde “takip talebi üzerine, icra dairesinin, keyfiyeti merhun üzerinde sonra gelen rehin hakkı sahibine bir ihbarname ile bildireceği ve borçlu ile rehin maliki üçüncü şahsa birer ödeme emri gönderileceği”, ipoteğin paraya çevrilmesine ilişkin olarak 149. maddesinde “icra memurunun, ibraz edilen akit tablosunun kayıtsız şartsız bir para borcu ikrarını ihtiva ettiğini ve alacağın muaccel olduğunu anlaması durumunda, borçluya ve taşınmaz üçüncü şahıs tarafından rehnedilmiş veya taşınmazın mülkiyeti üçüncü şahsa geçmişse ayrıca bunlara birer icra emri göndereceği” düzenlenmiştir. İİK.’nda, mülkiyet ve rehin hakkı dışında başkaca bir ayni hak sahibi üçüncü kişilerin takip talebinin kendilerine ihbar edilmediği gerekçesi ile itiraz veya şikayet hakları bulunmamaktadır. Bkz. Kılıçoğlu, Halefiyet, s. 55-56; Sirmen, A. Lale, s.685.

[70] Hapis hakkı, Türk Medeni Kanunu’nda taşınır rehni ile aynı bölümde düzenlenmiş, kanuni bir rehin şeklidir. Bkz. Kılıçoğlu, Halefiyet, s.48. İcra ve İflas Kanunu’nun 23/2 maddesinde de taşınır rehni hükmünde olduğunu düzenlemiştir. Alacağın devri halinde alacağa bağlı bir yan hak olan hapis hakkının, malın dolaysız zilyetliğinin yeni alacaklıya sağlanmasına gerek bulunmaksızın devralana geçeceğine ilişkin olarak bkz. Oğuzman, M. Kemal/Seliçi, Özer/Özdemir, Saibe Oktay, Eşya Hukuku, Filiz Kitabevi, İstanbul, 2009, s. 837

[71] Kılıçoğlu, Halefiyet, s.44-49; Franko, s. 211

[72] 2013/3023 E., 2013/4687 K., 05.07.2013 T. kararı

[73] TBK.m.596/4: Bir alacağın güvencesini oluşturan rehin paraya çevrildiği veya borç rehin veren malik tarafından ödendiği takdirde malik, kefile karşı rücu hakkını, ancak kefil ile kendisi arasında böyle bir anlaşma varsa ya da rehin sonradan bir üçüncü kişi tarafından verilmişse kullanabilir.

[74] Reisoğlu, s. 281

[75] Oğuzman/Seliçi/Oktay-Özdemir, s. 771

[76] Sirmen, A. Lale, Eşya Hukuku, Yetkin Basımevi, Ankara, 2013, s.685

[77] Kılıçoğlu, Halefiyet, s. 57

[78] Eren, s. 932

[79] Yargıtay 12. HD 1979/287 E., 1979/4765 K., 24.05.1979 T. kararı

[80] Kılıçoğlu, Halefiyet, s. 60

[81] Kılıçoğlu, Halefiyet, s. 61

[82] Oğuzman/Öz, s. 272

[83] HMK.m.200:” (1) Bir hakkın doğumu, düşürülmesi, devri, değiştirilmesi, yenilenmesi, ertelenmesi, ikrarı ve itfası amacıyla yapılan hukuki işlemlerin, yapıldıkları zamanki miktar veya değerleri ikibinbeşyüz Türk Lirasını geçtiği takdirde senetle ispat olunması gerekir. Bu hukuki işlemlerin miktar veya değeri ödeme veya borçtan kurtarma gibi bir nedenle ikibinbeşyüz Türk Lirasından aşağı düşse bile senetsiz ispat olunamaz.(2) Bu madde uyarınca senetle ispatı gereken hususlarda birinci fıkradaki düzenleme hatırlatılarak karşı tarafın açık muvafakati hâlinde tanık dinlenebilir.” m.201: “Senede bağlı her çeşit iddiaya karşı ileri sürülen ve senedin hüküm ve kuvvetini ortadan kaldıracak veya azaltacak nitelikte bulunan hukuki işlemler ikibinbeşyüz Türk Lirasından az bir miktara ait olsa bile tanıkla ispat olunamaz.”

[84] “Borca katılan kişi ile ilk borçlu arasında teselsül bulunduğu için alacaklı karşısında her biri borcun tamamından sorumludur. Ancak aralarındaki iç ilişkide, borca katılan ve borçlu sorumluluğu paylaşırlar. İç ilişkide her biri borçtan kendi payına düşenle sorumlu olacak ve alacaklıya payından fazla ifada bulunursa, payını aşan kısım için diğerine rücu edebilecektir.” Bkz. Özen, Kefalet, s. 10

[85] Altay, Sabah, Müteselsil Borçlunun Rücu Hakkının Doğumundan Önce Borçtan Kurtarılma Talebi, MÜHF-HAD, C-17, S.1-2, s. 395

[86] Özdoğan, s. 83

[87] TBK.m.167: Aksi kararlaştırılmadıkça veya borçlular arasındaki hukuki ilişkinin niteliğinden anlaşılmadıkça, borçlulardan her biri, alacaklıya yapılan ifadan, birbirlerine karşı eşit paylarla sorumludur.

Kendisine düşen paydan fazla ifada bulunan borçlunun, ödediği fazla miktarı diğer borçlulardan isteme hakkı vardır. Bu durumda borçlu, her bir borçluya ancak payı oranında rücu edebilir.

Borçlulardan biri birinden alınamayan miktarı, diğer borçlular eşit olarak üstlenmekle yükümlüdür.

 

[88] TBK.m.168:Diğerlerine rücu hakkına sahip olan borçlulardan her biri, ifa ettiği miktar oranında alacaklının haklarına halef olur.

Alacaklı diğerlerinin zararına olarak borçlulardan birinin durumunu iyileştirirse, bunun sonuçlarına katlanır.

[89] Canyürek, s.108

[90] Canyürek, s. 12; Eren, Fikret, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 8. Bası, İstanbul, 2003, s. 1153; Oğuzman, M. Kemal; Öz, Turgut, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Clt 2, Vedat Kitapçılık, İstanbul, 2013, s. 452; Birlikte borçluluk kavramı için ayrıntılı bilgi için Kapancı, Kadir Berk, Birlikte Borçlulukta Borçlular Arası İlişkiler, Vedat Kitapçılık, İstanbul, 2015

[91] Kapancı, 21.

[92] Kılıçoğlu, Halefiyet, s. 69

[93] Kapancı, 9 vd.

[94] Kılıçoğlu taraf iradelerine dayanan teselsülün sözleşmeden doğabileceği gibi tek taraflı hukuki işlemden de doğabileceğini belirtmektedir. Bkz. Halefiyet, s. 70

[95] Kanuni müteselsil sorumluluk hallerine TBK’nun birden fazla kişinin birlikte zarara sebep olmalarından doğan haksız fiil sorumluluğu (.m. 61 ve 62), borca katılma (201), bir malvarlığının devralınmasında devreden ve devralanın bir süre birlikte sorumlu olması (202), birlikte vekalet veren ve birlikte vekil olanların sorumluluğu (511) adi ortakların ortaklık borçlarından sorumluluğu (638/3) gibi maddelerinde yer verilmiştir. Ayrıca TTK, TKHK, TMK  da çeşitli müteselsil sorumluluk halleri ön görmüştür.

[96] Özdoğan, 90; Kapancı, Kadir Berk, 49 vd.  “Müteselsil borçluluk, bir davada söz konusu olacak yargılama giderleri bakımından mahkeme kararı ile de ortaya çıkabilir.” Kapancı, Kadir Berk, 52

[97] Özdoğan, 90

[98] Oğuzman/Öz, C.2, s. 478; Kapancı, s. 60

[99] Yargıtay, 13 HD. 2014/27894 E., 2015/30330 K., 19.10.2015 T. karar

[100] Kapancı, s. 167-168; Defi ve itirazlarla ilgili olarak ayrıntılı bilgi için, Çukadar, Neslihan, Borç İlişkilerinde Def’i hakkı ve İtirazlar, Yetkin, Ankara, 2014

[101] Kapancı, s. 170; Kılıçoğlu, Ahmet M., Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Turhan Kitabevi, Ankara, 2012, s. 727 (Borçlar)

[102] Kapancı, s. 176; Kılıçoğlu, Borçlar, s. 729

[103] Kılıçoğlu, Halefiyet, s. 75

[104] Oğuzman/Öz, C. 2, s.465

[105] Kılıçoğlu, Halefiyet, 76; Özdoğan, s. 92.

[106] TBK.m.61:Birden çok kişi birlikte bir zarara sebebiyet verdikleri veya aynı zarardan çeşitli sebeplerden dolayı sorumlu oldukları takdirde, haklarında müteselsil sorumluluğa ilişkin hükümler uygulanır.

 

TBK.m.62:Tazminatın aynı zarardan sorumlu müteselsil borçlular arasında paylaştırılmasında, bütün durum ve koşullar, özellikle onlardan her birine yüklenebilecek kusurun ağırlığı ve yarattıkları tehlikenin yoğunluğu göz önünde tutulur.

Tazminatın kendi payına düşeninden fazlasını ödeyen kişi, bu fazla ödemesi için, diğer müteselsil sorumlulara karşı rücu hakkına sahip ve zarar görenin haklarına halef olur.

[107] “Eski BK’nda tam teselsül-eksik teselsül terimleri kullanılmamakta, bu ayrım öğreti ve yargı kararlarına dayanmaktadır.” Kapancı, s. 32, 142. dipnot.

[108] Özdoğan, s. 104

[109] Kılıçoğlu, eksik teselsülde de halefiyetin söz konusu olacağını belirtmiştir. Ayrıntılı bilgi ve aksi yöndeki görüşler için bkz. Kılıçoğlu, Halefiyet, söz konusu olacağını belirtmiştir. Ayrıntılı bilgi ve aksi yöndeki görüşler için bkz Kılıçoğlu, Halefiyet, s. 70-72

[110] Kapancı, s. 35

[111] Özdoğan, s. 106-107

[112] Kapancı, 35

[113] Kırca, Çiğdem, 6098 Sayılı Borçlar Kanunu ile Müteselsil Sorumluluk Konusunda Getirilen Yenilikler, Yeni Türk Borçlar kanunu ve Yeni Türk Ticaret Kanunu Sempozyumu (Derleyen: Prof. Dr. Çiğdem Kırca), Vedat Kitapçılık, İstanbul, 2013, s. 23-51

[114] Özen, Kefalet, s.23; “garanti sözleşmesinin bir görünümü olan teminat amaçlı garanti sözleşmesinde bu risk “bir borcun konusunu oluşturan edimin yerine getirilmemesi” olarak karşımıza çıkar.”

[115] Kapancı, s.419

[116] Kapancı, s. 419

[117] Kapancı, s. 416-420

[118] Nomer, Haluk, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Beta, İstanbul, 2012, s. 151

[119] Nomer, Haluk, s. 155

[120] Yargıtay 4. HD, 23.03.2010, E. 2009/4929, K.2010/3231(http://ammealacaklari.legalbank.net/belge/y-4-hd-e-2009-4929-k-2010-3231-t-23-03-2010-haksiz-fiilden-dogan-tazminatin-belirlenmesi/749632)

[121] Kılıçoğlu, Halefiyet, s. 66

[122] Özdoğan, s. 55; Eren, s.1196-1197; Kapancı, 271

[123] Kocayusufpaşaoğlu/Hatemi/Serozan/Arpacı, edimin bölünebilirliği ile bölünemezliği arasındaki hukuki sınırın, üç aşamada, değişik ölçütlerle çizileceğini belirtmektedir. Bu ölçütler şu şekilde belirtilmiştir: “İlk aşamadaki ölçüt, nesnel ve organik bir ölçüttür. Buna göre, edimin bölünebilir sayılması için, onun özünden herhangi bir şey yitirmeden bölünebilmesi gerekir…İkinci aşamadaki ölçüt yine nesnel ama ekonomik ölçüttür. Buna göre edimin bölünebilir sayılabilmesi için onun nesnel mübadele (değişim) değerinden hiçbir şey yitirmeksizin bölünebilmesi gerekir… Nihayet, son aşamada, edimin bölünebilir sayılması için sözleşmeyle izlenen amacın (öznel kullanım değerinin) ve özel menfaatler durumunun da buna elverişli olması gerekir.”

[124] Bu husus müteselsil borçluluğun da temel unsurunu teşkil etmekte olmakla birlikte tek başına müteselsil sorumluluğun doğumu için yeterli olmadığı belirtilmektedir. Öğretide, bölünemez borcun müteselsil borçtan farklı bir hukuki kavram olduğu, zira yasanın bölünemez borçta durumun gereğinden aksi anlaşılmadıkça borcu ifa eden borçlunun alacaklının haklarına halef olacağı düzenlenmiş iken, müteselsil borçta bu prensibin borcun özünde olduğu ve artık durumun gereğinin araştırılmayacağı kabul edilmektedir. Diğer yandan, bölünemez borcun hukuki sonuçları bakımından müteselsil borçtan büyük bir farklılıklar yaratmayacağı da kabul edilmektedir. Bkz. Canyürek, s. 7; Özdoğan, s. 56-57; Kılıçoğlu, Halefiyet, s. 67-68

[125] Özdoğan, s. 57-58; Kılıçoğlu, Halefiyet, s. 68

[126] Kapancı, s. 355

[127] Kapancı, s. 83

[128] Kılıçoğlu, Halefiyet, s. 68.

[129] Öztürk, İdil Zeynep, Kişisel Teminat Sözleşmelerinde Rücu İlişkileri, İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyal Bilimler Üniversitesi, Yüksek Lisans Tezi, s. 66

[130] “Kefil ile asıl borçlu arasındaki hukuki ilişki kefalet sözleşmesinden kaynaklanmaz. Esas borçlunun taraf olmadığı kefalet sözleşmesi, kefil ile alacaklı arasında kurulmaktadır. Kefil ile asıl borçlu arasındaki hukuki ilişki iç ilişki olarak nitelendirilen, kefalet sözleşmesinden bağımsız bu sözleşmenin kurulmasına vesile olan bir ilişkidir.” Özen, Kefalet, s.446 dn27

[131] Kapancı, s. 106

[132] Kapancı, s. 106; Reisoğlu, m.596’da kefile tanınan halefiyetin, bir gaye hükmü olmayıp, kefilin rücuunu temin için bir vasıta olduğunu belirtmektedir. Bkz. Reisoğlu, s. 268. 

[133] Bu başlık altında, kefilin asıl borçluya rücu etmesinin şartları incelenecektir. Kefilin, ödeme yaptıktan sonra diğer kefillere başvurup başvuramayacağı sorunu, kefaletin şahsi nitelikli bir teminat olması sebebiyle, kefile intikal edecek teminatlar bağlamında “Halefiyetin Hukuk Sonuçları” bölümünde incelenmiştir.

[134] Özen, Kefalet, s. 446

[135] Kılıçoğlu, Halefiyet, s. 79; Özen, Kefalet, s. 478

[136] Özen, Kefalet, s.478

[137] Kılıçoğlu, Halefiyet, s. 79

[138] Özen, Kefalet, s. 149

[139] Tandoğan, Haluk, Borçlar Özel, s. 721’den aktaran Öztürk, s.77

[140] Buna karşın TBK.m.591/4’te “Kumar veya bahisten doğan bir borca kefalette kefil, borcun bu niteliğini bilmiş olsa bile, asıl borçlunun sahip olduğu def’ileri ileri sürebilir.” denmektedir.

[141] Özen, Kefalet, s.110

[142] Özen, Kefalet, s.110-111

[143] Kılıçoğlu, Halefiyet, s. 80

[144] Özen, Kefalet, s. 456

[145] Yargıtay 19. HD. 2014/8803 E., 2014/11357 K., 17.06.2014 T. kararı

[146] Kılıçoğlu, Halefiyet, s. 81; Özen, Kefalet, 479.

[147] Kılıçoğlu, Halefiyet, s. 82

[148] Reisoğlu, s. 270; Özen, Kefalet, s. 451-452. Ayrıca “alacaklı ve kefil arasındaki ilişkide önceden yapılan anlaşmalarla halefiyetin kaldırılamamasına karşın, bunun asıl borçlu ile kefil arasında kararlaştırılabileceği ve bu durumun da m.596/3 anlamında bir defi olduğu” hususunda bkz. Özen, Halefiyet, s. 453.

[149] Kapancı, s.186

[150] Kapancı, 188

[151] Kapancı, s.186

[152] Grassinger, Gülçin Elçin, Kefalet Sözleşmesinde Def’iler ve Sona Erme, Türk Borçlar Kanunu Sempozyumu, makaleler-Tebliğler, Derleyen Doç. Dr. Murat İnceoğlu, XII levha, İstanbul, 2012, s.363-369

[153] Özen, Halefiyet, s. 1472

[154] Kılıçoğlu, Halefiyet, S. 82

[155] Kılıçoğlu, Halefiyet, s. 83; “kefilin yaptığı ödemenin esas borçluya bildirilmesi, vekil sıfatıyla hareket eden kefilin, hesap verme yükümünün bir gereği olduğu gibi, halefiyet dayanan rücu hakkının kaybedilmemesi için yerine getirilmesi gereken bir külfettir.” Özen, Halefiyet, s. 1474.

[156] Kılıçoğlu, Halefiyet, s. 93

[157] Karataş, Müslüm, Ödemede Bulunan Kefilin Alacaklıya Halef Olması, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2006

[158] Özen, Halefiyet, s. 1459; Özen, Kefalet, s. 481 vd.

[159] Kapancı, s. 421

[160] Canyürek, s. 123; Kapancı, 422

[161] Canyürek, s. 122

[162] Kılıçoğlu, Halefiyet, s. 95

[163] Kılıçoğlu, Halefiyet, s. 95

[164] Kapancı, s. 444

[165] Kılıçoğlu, Halefiyet, s.95

[166] Özen, Kefalet, s.483

[167] Kapancı, s. 427

[168] Kılıçoğlu, Halefiyet, s. 96

[169] Kılıçoğlu, Halefiyet, s. 96; Kapancı, s. 426

[170] Yargıtay 4. HD. 2014/12348 E., 2015/13009 K., 16.11.2015 T. karar

[171] Kapancı, s. 427

[172] Kılıçoğlu, Halefiyet, s. 97

[173] Kılıçoğlu, Halefiyet, s. 97

[174] Kılıçoğlu, Halefiyet, s. 100

[175] Kapancı, s. 446

[176] Kılıçoğlu, Halefiyet, s. 97

[177] Kapancı, s. 448

[178] Aynı yönde Yargıtay 11. HD. 2003/1925 E., 2003/8287 K., 25.09.2003 T. kararı

[179] Kırca, İsmail, Alacaklının Teminat Olarak Aldığı Emre Yazılı Kambiyo ve Nama Yazılı Pay Senetlerini Borcu Ödeyen Kefile Devir ve Teslim Borcunu İfa Şekli, Prof. Dr. Fırat Öztan’a Armağan, 2010, s. 1299-1304

[180] Kırca, s. 1302

[181] Poroy, Reha/Tekinalp, Ünal, Kıymetli Evrakın Esasları, Vedat, İstanbul, 2010, s. 168; Kırca, s. 1303; Kılıçoğlu, s. 97

[182] Özen, Kefalet, 485

[183] Moralı, Ahu Ayanoğlu, Mülkiyet Hakkının Teminat Amaçlı Devrine Yönelik İnançlı İşlemler, Doktora Tezi, 2006, s. 132 vd

[184] Özen, Kefalet, s. 485.

[185] Özen, Kefalet, s. 485. Özen, mülkiyeti saklı tutma sözleşmeleri bakımından, kefilin satış bedelini ödemesi durumunda satış bedeline ilişkin alacak hakkının halefe geçtiği, ancak malın mülkiyetinin halefiyet kapsamında kendiliğinden kefile geçmediğini belirtmektedir.

[186] Kılıçoğlu, Halefiyet, s. 102

[187] Kapancı, s. 466-470

[188] Teminatların, kefalet anında mevcut olmasından, kefalet sözleşmesi yapıldığı sırada güvencelerin kurulmuş ve ayni etkilerini doğurmaya başlamış olması gerektiği belirtilmektedir. Bkz. Özen, Halefiyet, s.1445, dn.2

[189] Kapancı, s.451

[190] Reisoğlu, s. 267; Özen, Kefalet, s. 472

[191] Özen, Halefiyet, s. 1448

[192] Özen, Kefalet, s. 472

[193] Bu konuya ileride “halefiyet halinde alacaklının hukuki durumu” incelenirken “halefiyetin alacaklıya zarar veremeyeceği” ilkesi kapsamında da değinilmiştir.

[194] Özen, Kefalet, s. 535

[195] Yargıtay 11 HD 2008/5475 E., 2009/9997 K., 05.10.2009 T.

[196] Özen, Kefalet, s. 493; Bilgen, Mahmut, Öğreti ve Uygulamada Kefalet ve Yargılama Hukukuna İlişkin Uyuşmazlıklar, Adalet yayınevi, Ankara, 2013, s. 408.

[197] Kapancı, s. 404

[198] TBK.m.587/son:Birbirlerinden bağımsız olarak aynı borç için kefil olanlardan her biri, kefalet borcunun tamamından sorumlu olur. Ancak, borcu ödeyen kefil aksine anlaşma olmadıkça, diğerlerine toplam kefalet miktarındaki payı oranında rücu hakkına sahiptir.

[199] Özen, Kefalet, s.333

[200] Kılıçoğlu, Halefiyet, s.104

[201] Kılıçoğlu, Halefiyet, s. 105; Özen, Kefalet, s. 341-342

[202] Yargıtay 3. HD. 2011/22707 E., 2012/2468 K., 06.02.2012 T. kararında, tarafların adi kefil olsalar bile kendi payından fazla ödeyen kefilin, diğer birlikte kefillere halefiyet yolu ile rücu hakkı bulunduğu” belirtilmitir.

[203] Kılıçoğlu, Halefiyet, s. 105

[204] Kapancı, s. 409

[205] Kılıçoğlu, Halefiyet, s. 106

[206] Özen, Kefalet, 512-513; Kapancı, s. 409

[207] Kılıçoğlu, Halefiyet, s. 107

[208] Özen, Kefalet, s. 514

[209] Yargıtay 13 HD. 2010/7460 E., 2010/14452 K., 01.11.2010 T., 13 HD. 2012/14244 E., 2012/22645 K., 10.10.2012 T. kararlar (Bilgen, s. 414 ve 429’dan alınmıştır).

[210] Kapancı, s.424

[211] Kapancı, s. 425

[212] Özen, Kefalet, s. 459-460

[213] Kılıçoğlu, Halefiyet, s. 111; Karataş, Müslüm, s. 104

[214] Kılıçoğlu, Halefiyet, s. 112

[215] HGK’nun 2004/761 E., 2004/708 K., 15.12.2004 T. kararı, Nihat Yavuz, Öğretide ve Uygulamada Türk Kefalet Hukuku, Ankara, 2010, s.584’ten aktaran, Özen, kefalet, s. 460, dn.64

[216] Özen, Kefalet, s. 461

[217] Kapancı, s. 431-432

[218] Bu hususta ayrıntılı bilgi için Kapancı, s. 454-458

[219] Kapancı, s.428

[220] Kılıçoğlu, Halefiyet, s. 113; Kapancı, s. 461

[221] Kılıçoğlu, Halefiyet, s. 115; Kapancı, s. 462

[222] Kılıçoğlu, Halefiyet, s. 115; Özen, Kefalet, 490

[223] Yargıtay, 12. HD, 2015/21804 E., 2015/26832 K., 05.11.2015

[224] Dişel, Buse, İcra Hukukunda Takip Arkadaşlığı, s. 71, XII. Levha, İstanbul, 2014

[225] Dişel, Buse, s. 71

[226] Özen, Kefalet, s. 490

[227] Kapancı, s. 464

[228] Bkz. Özen, Kefalet, s.422

[229] Oysa, müteselsil borçluluğa ilişkin m.166’da “Alacaklının borçlulardan biriyle yaptığı ibra sözleşmesi, diğer borçluları da ibra edilen borçlunun iç ilişkideki borca katılma payı oranında borçtan kurtarır.” hükmü gereğince, müteselsil borçlulardan birinin ibra edilmesinin diğerleri üzerindeki etkisi tamamen değil, kısmidir; diğerleri ibra edilen borçluya iç ilişkide düşen pay kadar borçtan kurtulurlar. Bkz. Özen, Kefalet, s. 352

[230] Yargıtay 12. HD, 2007/8386 E., 2007/11760 K, 28.05.2007 T. karar

[231] Yargıtay 11 HD. 2006/2854 E., 2007/6236 K., 24.04.2007 T. karar

[232] Kılıçoğlu, Borçlar, s. 733; Yargıtay 3. HD. 2014/9412 E., 2015/2427 K., 17.02.2015 T. karar

[233] Kılıçoğlu, Halefiyet, s. 119

[234] Kapancı, s.375

[235] Kapancı, s.375

[236] Kapancı, s. 375-376 1593. dn

[237] Kapancı, s.377-378

[238] Kılıçoğlu, Halefiyet, s. 125

[239] Kapancı, s. 375; İpotek veren 3. şahsın kısmen ifası halinde, alacaklının kalan alacağı için teminatlara başvurması konusunda bir önceliği bulunmadığı konusunda bkz. Yukarıda “1.1.TBK.m.127/1 b.1” başlığı altındaki açıklamalar

[240] Kapancı, s. 379

[241] Kılıçoğlu, Halefiyet, s. 118

[242] Kocayusufpaşaoğlu/Hatemi/Serozan/Arpacı, 27

[243] Kılıçoğlu, Halefiyet, s. 127

[244] Kılıçoğlu, Halefiyet, s. 132

[245] Kılıçoğlu, Borçlar, s. 734

[246] Özen, Kefalet, s.439

[247] Kılıçoğlu, Halefiyet, s. 135

[248] Kapancı, s. 540

[249] Kapancı, s.540

[250] Kılıçoğlu, Halefiyet, s. 136

[251] Kılıçoğlu, Halefiyet, s.137; Kapancı, s. 543

[252] Yargıtay HGK, 2013/17-2350 E., 2015/1759 K., 16.09.2015 T. karar

[253] Kılıçoğlu, Halefiyet, s. 138