logo

6502 Sayılı TKHK’un Bankacılık Uygulamaları Bakımından Getirdiği Yenilikler (İstanbul Barosu Dergisi, 2014-3)

 

6502 sayılı yeni Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun 28.11.2013 tarihli resmi gazetede yayınlanmış olup 28.05.2014 tarihinde yürürlüğe girecektir.

Bu makalede, 6502 sayılı Kanunun bankalar ile tüketiciler arasındaki ilişkileri düzenleyen hükümleri incelenecektir. Ayrıca, 4077 sayılı Kanun ile paralellik arz eden düzenlemelere değinilmeyecek, sadece değişiklikler üzerinde durulacaktır.

I.6502 SAYILI KANUN’UN KAPSAMI

4077 sayılı Kanunun banka ile tüketiciler arasındaki tüm ilişkileri mi yoksa sadece kanunda özel olarak düzenlenmiş bulunan tüketici kredisi, kredi kartı ve konut kredisi ilişkilerini mi kapsadığı uzun müddet tereddüt uyandırmıştır.

Doktrinde, bankanın tacir olduğu, bu nedenle karşı taraf tüketici olsa dahi her türlü bankacılık faaliyetinin banka açısından ticari iş niteliğinde olduğu (TTK m.3), dolayısıyla işlemin her iki taraf için de ticari iş olarak kabul edilmesi gerektiği (TTK m.19/2) düşüncesinden hareketle, 4077 sayılı Kanunun, bankalar ile tüketiciler arasındaki ilişkilerden sadece kanunda özel olarak belirtilmiş tüketici kredileri, kredi kartları ve konut kredileri için uygulanması gerektiği ileri sürülmüştür.[1]

Her ne kadar aksi yönde görüşler de bulunmakta ise de Yargıtay doktrinde belirtilen bu görüşü benimsemiş ve tüketici kredisi, kredi kartı ve konut kredisi haricindeki diğer tüm bankacılık faaliyetlerinin 4077 sayılı Kanun kapsamına girmediğine karar vermiştir.[2]

Yargıtay’ın bu uygulaması çerçevesinde bakıldığında, bankalar ve tüketiciler arasındaki ilişki bakımından 6502 sayılı Kanun ile getirilen en büyük yeniliklerden biri kanunun kapsamı ile ilgilidir. Çünkü, yeni Kanun herhangi bir sınırlama yapmaksızın banka ile tüketiciler arasındaki her türlü bankacılık hizmeti ilişkisini kapsamı içine almış bulunmaktadır.

6502 sayılı Kanunun 2.maddesinde “Bu Kanun, her türlü tüketici işlemi ile tüketiciye yönelik uygulamaları kapsar” denildikten sonra, 3.maddede “tüketici işlemi”nin tanımı yapılırken, “Mal veya hizmet piyasalarında kamu tüzel kişileri de dâhil olmak üzere ticari veya mesleki amaçlarla hareket eden veya onun adına ya da hesabına hareket eden gerçek veya tüzel kişiler ile tüketicilerarasında kurulan, eser, taşıma, simsarlık, sigorta, vekâlet, bankacılık ve benzeri sözleşmeler de dâhil olmak üzere her türlü sözleşme ve hukuki işlem” ifadelerine yer verilmiştir. Bu düzenlemeler, bankalar ile tüketiciler arasındaki bankacılık hizmetinden kaynaklanan her türlü ilişkinin artık Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun kapsamına alınmış olduğunu açıkça göstermektedir. Ayrıca, 83.madde; “Taraflardan birini tüketicinin oluşturduğu işlemler ile ilgili diğer kanunlarda düzenleme olması, bu işlemin tüketici işlemi sayılmasını ve bu Kanunun görev ve yetkiye ilişkin hükümlerinin uygulanmasını engellemez” denilerek 6502sayılı Kanunun tüketici işlemlerinde mutlak uygulama alanı bulacağı ayrıca vurgulanmıştır.

Bu durum karşısında, yeni Kanun yürürlüğe girdikten sonra bankalar ile tüketiciler arasında,   ek hesap, kiralık kasa, havale, eft gibi her türlü bankacılık hizmetinden kaynaklanan ihtilaflar daTüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun kapsamına dahil olacak ve dolayısıyla Tüketici Mahkemeleri ve parasal sınır içerisinde kalanlar için Tüketici Hakem Heyeti görevli olacaktır. (6502 sayılı Kanun m.66)

Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun’un uygulama alanının genişletilmiş olmasının bir diğer sonucu da Kanun’un 4.maddesinde belirtilen;

  • Sözleşmeler ile bilgilendirmelerin en az on iki punto büyüklüğünde olması,
  • Bir nüshasının kâğıt üzerinde veya kalıcı veri saklayıcısı ile tüketiciye verilmesi,
  • Sözleşmede öngörülen koşulların, sözleşme süresi içinde tüketici aleyhine değiştirilememesi,
  • Tüketiciden; kendisine sunulan mal veya hizmet kapsamında haklı olarak yapılmasını beklediği ve sözleşmeyi düzenleyenin yasal yükümlülükleri arasında yer alan edimler ile sözleşmeyi düzenleyenin kendi menfaati doğrultusunda yapmış olduğu masraflar için ek bir bedel talep edilememesi,
  • Düzenlenen sözleşmelere istinaden tüketiciden talep edilecek her türlü ücret ve masrafa ilişkin bilgilerin, sözleşmenin eki olarak kâğıt üzerinde yazılı şekilde tüketiciye verilmesi,
  • Tüketicinin edimlerine karşılık olarak alınan şahsi teminatların adi kefalet niteliğinde olması,
  • Temerrüt hâli de dâhil olmak üzere, bileşik faiz uygulanamaması 

gibi temel ilkelerin bankalar ile tüketiciler arasındaki tüm sözleşme ve hukuki işlemlerde uygulanacak olmasıdır.

II.TÜKETİCİDEN ALINABİLECEK MASRAFLAR

4077 sayılı Kanun döneminde en çok tüketicilerden talep edilebilecek ücret ve masrafların neler olacağı konusunda ihtilaf yaşanmıştır. Hakem Heyetlerinde ve Tüketici Mahkemelerinde görülmekte olan ihtilafların büyük bir çoğunluğunu tüketici kredilerinde ve kredi kartlarında tüketicilerden alınan ücret ve masraflar oluşturmaktadır.

Yargıtay, önüne gelen uyuşmazlıklarda bankaların tüketici kredileri ve kredi kartlarında tüketicilerden talep edilebilecek masrafların;

  • Haklı
  • Makul
  • Belgeli

olması gerektiğine, bu üç koşuldan birinin bulunmadığı durumlarda, konuya ilişkin sözleşme koşullarının haksız şart oluşturmakta olduğuna karar vermektedir.[3]

Konu ile ilgili olarak 6502 sayılı Kanunun 4.maddesinde, “Tüketiciden; kendisine sunulan mal veya hizmet kapsamında haklı olarak yapılmasını beklediği ve sözleşmeyi düzenleyenin yasal yükümlülükleri arasında yer alan edimler ile sözleşmeyi düzenleyenin kendi menfaati doğrultusunda yapmış olduğu masraflar için ek bir bedel talep edilemez. Bankalar, tüketici kredisi veren finansal kuruluşlar ve kart çıkaran kuruluşlar tarafından tüketiciye sunulan ürün veya hizmetlerde ise tüketiciden faiz dışında alınacak her türlü ücret, komisyon ve masraf türleri ile bunlara ilişkin usul ve esaslar Bakanlığın görüşü alınarak bu Kanunun ruhuna uygun olarak ve tüketiciyi koruyacak şekilde Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu tarafından belirlenir. 

Bu Kanunda düzenlenen sözleşmelere istinaden tüketiciden talep edilecek her türlü ücret ve masrafa ilişkin bilgilerin, sözleşmenin eki olarak kâğıt üzerinde yazılı şekilde tüketiciye verilmesi zorunludur. Uzaktan iletişim aracıyla kurulan sözleşmelerde ise, bu bilgiler kullanılan uzaktan iletişim aracına uygun şekilde verilir. Bu bilgilerin tüketiciye verildiğinin ispatı sözleşmeyi düzenleyene aittir” düzenlemesine yer verilmiştir. 

Bu yasal düzenleme karşısında, bankalar bugün almakta oldukları bir takım ücretleri yeni yasanın yürürlüğe girmesinden sonra artık talep edemeyeceklerdir. Örneğin, banka ile kiralık kasa sözleşmesi imzalayan ve bunun karşılığında aidat ödemeyi kabullenen tüketicinin, artık bankanın kendisine kasayı mesai saatleri içinde kullandırmayı beklemesi sunulan hizmet kapsamında haklı bir beklentidir. Bu nedenle, bankaların bunun için tüketiciden ayrıca bir bedel talep etmesi (kasa görme ücreti gibi) hukuken mümkün olamayacaktır. Bankaların yasal yükümlülükleri arasında yer alan edimler ile sözleşmeyi düzenleyenin kendi menfaati doğrultusunda yapmış olduğu masraflar için de durum aynıdır. Bunlar için de tüketicilerden ücret veya masraf talep edilemeyecektir.

Bir ücret veya masrafın tüketiciden talep edilebilmesi için belirtilen bu ilkelere uygun olması yalnız başına yeterli değildir. Aynı zamanda bu ücret ve masrafların sözleşmenin eki olarak kâğıt üzerinde yazılı şekilde tüketiciye verilmiş olması da gerekmektedir. Uzaktan iletişim aracıyla kurulan sözleşmelerde ise, bu bilgiler kullanılan uzaktan iletişim aracına uygun şekilde verilecektir. Herhangi bir ihtilafta bu hususun yerine getirildiğinin ispatı bankaya ait olacaktır.

Her ne kadar maddede tüketiciye sunulan ürün ve hizmetlerde faiz dışında alınabilecek masrafların BDDK tarafından belirleneceği belirtilmekte ise de bu belirlemede BDDK’nın inisiyatifi mutlak değildir. Zira, 6502 sayılı Kanunun 4.maddesinde, bu belirlemenin “Gümrük ve Ticaret Bakanlığının görüşünü alarak”, “kanunun ruhuna uygun bir şekilde” ve “tüketiciyi koruyacak bir biçimde” yapılması gerektiği belirtilmiştir.

Öte yandan, yapılacak böyle bir belirleme sadece konuya sözleşme koşullarının başlı başına haksız şart olarak kabul edilmemesine neden olacak, yoksa yargı denetimini tamamen ortadan kaldırmayacaktır.[4] Örneğin, alınan ücret veya masrafa ilişkin bilgilerin sözleşmenin eki olarak tüketiciye verilip verilmediği, BDDK tarafından ücret ve masrafların üst limitleri belirlenmezse[5] alınan ücretin makul olup olmadığı yine mahkemelerce denetlenmeye devam edilecektir.

III.TÜKETİCİ KREDİLERİ

Tüketici kredisi, 4077 sayılı Kanunun 10.maddesinde tüketicilerin bir mal veya hizmet edinmek amacıyla kredi verenden nakit olarak aldıkları kredi” olarak, 6052 SAYILI KANUNun 22.maddesinde ise“kredi verenin tüketiciye faiz veya benzeri bir menfaat karşılığında ödemenin ertelenmesi, ödünç veya benzeri finansman şekilleri aracılığıyla kredi verdiği veya kredi vermeyi taahhüt ettiği sözleşmeler” olarak tanımlanmıştır.

Görüldüğü üzere, 6502 sayılı Kanunda tüketici kredilerinin tanımı genişletilmiş, sadece bir mal veya hizmet edinmek amacıyla nakit olarak kredi kullanılması hali değil, benzer finansman metotları da tüketici kredisi tanımı kapsamına alınmıştır. Örneğin, kredili mevduat (ek hesap) uygulaması bugüne kadar Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun kapsamına dahil değildi.[6] Ancak bu üründe banka tüketiciye faiz karşılığında borcun ertelenmesi imkanı sunduğundan, bu tür durumlarda artık ortada bir tüketici kredisi sözleşmesinin bulunduğu kabul edilecek ve bu nedenle Kanun kapsamına dahil olacaktır.[7] Aynı şekilde, bankanın mevcut bir borcu faiz karşılığında yeniden yapılandırdığı hallerde de yine ortada bir tüketici kredisi sözleşmesinin varlığından söz edilmelidir. Öte yandan, Kanun’un 28.maddesinin gerekçesinde, vadenin geldiği aşamada yapılan faiz karşılığı borcun ertelenmesi imkanı sunan anlaşmaların da bu kapsamda olacağı belirtilmiştir. Buna karşılık, zaten gecikmeye/temerrüde düşmüş ve dolayısıyla gecikme faizi/temerrüt faizine maruz kalmış olan bir tüketici ile borcun tasfiyesine yönelik anlaşma yapılması, tasfiye süresi içerisinde faiz işlemeye devam edecek olsa dahi tüketici kredisi olarak kabul edilmemelidir.

6502 sayılı Kanunun tüketici kredilerinin kapsamı bakımından getirdiği yeniliklerden bir diğeri de, kredi kartlarının bazı durumlarda tüketici kredisi olarak kabul edilmesidir. Kanun’un 28.maddesinin ikinci fıkrasında, “Kredi kartı sözleşmeleri, faiz veya benzeri bir menfaat karşılığında, ödemenin üç aydan daha uzun süre ertelenmesi veya benzer şekilde taksitle ödeme imkânı sağlanması hâlinde tüketici kredisi sözleşmesi olarak değerlendirilir” denilerek kredi kartı işlemlerinin de bazı durumlarda tüketici kredisi olarak kabul edileceği belirtilmiş ve böylelikle tüketici kredilerinin kapsamı daha da genişletilmiştir. Bununla birlikte, bu düzenleme uygulamada çeşitli tereddütlere neden olabilecektir. Her şeyden önce belirtmek isteriz ki, kredi kartının faizsiz olarak taksitlendirme imkanı sunduğu tüm durumlarda veya son ekstre borcunun tamamının ödendiği hallerde ortada bir tüketici kredisi sözleşmesi bulunduğundan söz edilemez. Zira, bu tür durumlarda faiz veya benzeri bir menfaat karşılığında borcun ertelenmesi durumu söz konusu değildir.

Bir kredi kartı işleminin tüketici kredisi olarak kabul edilebilmesi için 6502 sayılı Kanunun 22/2 maddesinde belirtildiği üzere, faiz veya benzeri bir menfaat karşılığında, ödemenin üç aydan daha uzun süre ertelenmesi veya benzer şekilde taksitle ödeme imkânı sağlanması halinin mevcut olması gerekmektedir. Bu duruma en tipik örnek, bir kredi kartı harcamasından sonra tüketiciye kısa mesaj olarak gelen “……..TL.lık alışverişinizi aylık %…faiz ile ……. ayda ödeyebilirsiniz” şeklindeki banka uygulamalarıdır. Asgari ödeme tutarlarının kabul edilmesi suretiyle ekstre borcunun 3 aydan daha fazla bir süre ile ertelenmesi hali de bir diğer örnektir. Bu tür durumlarda, faiz karşılığında mevcut bir borcun 3 aydan daha uzun sure ile ertelenmesi söz konusu olduğundan, işlem bir kredi kartı işlemi dahi olsa ortada artık bir tüketici kredisinin bulunduğundan söz edilecek ve tüketici kredisi sözleşmelerine ilişkin düzenlemelere tabi olacaktır. 

Kredi kartından nakit avans kullanılması halinin tüketici kredisi olarak kabul edilip edilmeyeceği uygulamada tereddüt uyandıracak bir diğer husustur. Kredi kartından nakit kullanılması, faiz karşılığında son ödeme tarihine kadar borcun ertelenmesi imkanı sağladığından, 22/2 maddesi çerçevesinde bir tüketici kredisi olarak kabul edilmesi gerektiği sonucuna varılabilir. Ancak, kredi kartının hangi hallerde tüketici kredisi sayılacağı aynı maddenin ikinci fıkrasında özel olarak düzenlendiğinden ve nakit avans işlemi de bir kredi kartı işlemi olduğundan, sadece faiz karşılığı ödemenin üç aydan daha uzun süre ertelendiği veya benzer şekilde taksitle ödeme imkânı sunulduğu durumlarda nakit avans işleminin tüketici kredisi olarak kabul edilmesi gerektiği de ileri sürülebilir. 

IV.SÖZLEŞME ÖNCESİ BİLGİLENDİRME YÜKÜMLÜLÜĞÜ

4077 sayılı Kanunda sadece konut finansmanı sözleşmeleri için tüketiciye önceden sözleşme öncesi bilgilendirme formu verilmesi zorunluluğu bulunuyorken (m.10/B), 6502 sayılı Kanun ile tüketici kredisi sözleşmeleri bakımından da tüketiciye önceden sözleşme öncesi bilgi formu verme zorunluluğu getirilmiştir. Buna göre banka, sözleşmenin kurulmasından makul bir sure önce sözleşmenin koşulları konusunda sözleşme öncesi bilgi formu düzenleyip tüketiciye vermek zorundadır. (m.23) Formun içeriğinin ne olacağı çıkarılacak olan yönetmelikle belirlenecektir. (31/4)

Tüketici kredisi sözleşmeleri için getirilen sözleşme öncesi bilgi formu düzenleme zorunluluğu hiç kuskusuz faiz karşılığı ödemenin ertelendiği tüm durumlar (örneğin kredili mevduat hesapları) ve Kanun’un 22/2 maddesinde belirtilen uygulama kapsamında kredi kartları için de geçerli olacaktır. Zira, yukarıda belirtildiği üzere bu tür uygulamalar da artık bir tüketici kredisi sözleşmesi olarak kabul edilmektedir.

V.CAYMA HAKKI

6502 sayılı Kanun ile getirilen yeniliklerden biri de tüketici kredilerinde tüketiciye tanınan cayma hakkıdır. Kanun’un konuyu düzenleyen 24.maddesinde;

Tüketici, on dört gün içinde herhangi bir gerekçe göstermeksizin ve cezai şart ödemeksizin tüketici kredisi sözleşmesinden cayma hakkına sahiptir. Kredi veren, cayma hakkı olduğu konusunda tüketicinin bilgilendirildiğini ispat etmekle yükümlüdür. Cayma hakkının kullanıldığına dair bildirimin cayma hakkı süresi içinde kredi verene yöneltilmiş olması yeterlidir. Cayma hakkını kullanan tüketicinin krediden faydalandığı hâllerde, tüketici, anaparayı ve kredinin kullanıldığı tarihten anaparanın geri ödendiği tarihe kadar olan sürede tahakkuk eden faizi en geç cayma bildirimini kredi verene göndermesinden sonra otuz gün içinde geri öder. Bu süre içinde ödeme yapılmaması hâlinde tüketici kredisinden cayılmamış sayılır. Faiz, akdî faiz oranına göre hesaplanır. Tüketiciden, hesaplanan akdî faiz ve bir kamu kurum veya kuruluşuna veya üçüncü kişilere ödenmiş olan masraflar dışında herhangi bir bedel talep edilemez”

Her şeyden önce belirtmek gerekir ki, 6502 sayılı Kanunun 24.maddesinde düzenlenen cayma hakkı, tüketicinin tüketici kredi sözleşmesinden cayması ile ilgilidir. Şayet tüketici, tüketici kredisi sözleşmesinden değil de bu kredi ile satın aldığı mal veya hizmete ilişkin satış sözleşmesinden caymış ise bu durumun tüketici kredisine ilişkin yansıması bağlı kredi ile ilgili 30.maddede düzenlenmiştir.

Bu düzenleme gereğince, tüketicinin kredi sözleşmesini imzalayıp krediyi kullandıktan sonra dahi 14 gün içerisinde tüketici kredisi sözleşmesinden cayma hakkı vardır. Bu hak konusunda kredi verenin tüketiciyi önceden bilgilendirme zorunluluğu bulunmaktadır. Tüketici cayma hakkını kullanabilmesi için 14 gün içinde bu durumu kredi verene bildirmek durumundadır. Tüketici bu hakkını kullanacak olursa 30 gün içerisinde anaparayı ve iade tarihine kadar işleyecek akti faizi geri ödemek zorundadır. Tüketicinin cayma hakkını kullanması bir masrafa neden olmuş ise ve bu masraf zorunlu bir masraf ise (ipotek fek harcı, rehin kaldırma noter masrafı vs) o takdirde tüketicinin bu masrafa katlanması gerekecektir. Bu tür masraflar haricinde kredi veren cayma hakkını kullanan tüketiciden cezai şart vs. isim altında ücret talep edemez.

Kredi sözleşmesinden cayma hakkı 6502 sayılı Kanunda sadece tüketici kredileri için kabul edilmiştir. Dolayısıyla, konut finansmanı kredilerinde tüketicinin kredi sözleşmesinden cayması hukuken mümkün değildir. Buna karşılık, bağlı konut finansmanı kredisi sözleşmesiyle ve ön ödemeli olarak konut alımı söz konusu ise tüketicinin konut alımına ilişkin sözleşmeden cayması mümkün olup bu durum 43.maddede düzenlenmiştir.

VI.FAİZ ORANI

6502 sayılı Kanunun 25/2 maddesinde, “Tüketici kredisi sözleşmelerinde, akdî faiz, efektif yıllık faiz veya kredinin toplam maliyetinin yer almaması durumunda, kredi tutarı faizsiz olarak sözleşme süresinin sonuna kadar kullanılır. Efektif faiz oranı, olduğundan düşük gösterilmişse, kredinin toplam maliyetinin hesaplanmasında esas alınacak akdî faiz oranı, düşük gösterilen efektif faiz oranına uyacak şekilde yeniden belirlenir. Bu hâllerde ödeme planı, yapılan değişikliklere göre yeniden düzenlenir” düzenlemesine yer verilmiştir.

Tüketici kredisi sözleşmelerinde taraflarca kararlaştırılmış bir faiz oranı bulunmuyorsa faiz uygulanmayacağına yönelik bu düzenleme hukukumuza yeni giren bir düzenlemedir. Zira, ana kural sözleşmede taraflarca belirlenmiş bir faiz oranı bulunmuyorsa 3095 Sayılı Kanun’un 1.maddesi gereğince yasal faiz uygulanmasıdır. Esasen Tasarı’nın ilk hali 3095 Sayılı Kanun’a paralel bir şekilde bu tür durumlarda yasal faiz uygulanmasını öngörüyorken sonradan değişikliğe uğramış ve düzenleme mevcut haliyle yasalaşmıştır.

Söz konusu maddenin gerekçesinde; düzenlemenin 23.3.2001 tarihli Tüketici Sözleşmelerine İlişkin İsviçre Kanunu 15. maddesi örnek alınarak hazırlandığı ve sözleşmenin eksiksiz bir biçimde düzenlenmesini disipline etmek amacıyla bu düzenlemeye yer verildiği belirtilmiştir. Her ne kadar mevzu düzenleme yabancı hukuktan alınmış ise de düzenlemenin Anayasaya uygunluğu tartışma konusu yaratacaktır.

Tüketici kredisi sözleşmelerinde belirtilen bu düzenlemeye konut finansmanı kredileri bakımından yer verilmemiştir. Konut finansmanı Kanun’da ayrı bir bölümde düzenlendiğinden, konut finansmanı sözleşmelerinde yasaya uygun şekilde bir faiz oranı belirtilmez ise bunun müeyyidesi genel kural gereğince yasal faiz uygulanması olmalıdır.

Tüketici işlemi sayılan sözleşmelerde faiz oranının sözleşmede belirtilmesi gerektiğine böylelikle yer verdikten sonra, sözleşmede yer alacak olan bu oranın banka tarafından serbestçe belirlenip belirlenemeyeceğinin, 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren TBK ve TTK.nun ilgili hükümleri çerçevesinde ele alınması gerekmektedir.

Kanaatimce, bu sorun kredi kartı sözleşmelerinden ve 6502 sayılı Kanun ile artık tüketici kredisi olarak kabul edilen kredili mevduat hesabı sözleşmelerinden ayrı olarak sadece tüketici kredileri ve konut finansmanı kredileri özelinde tartışılması gerektiği düşünülmektedir. Zira, kredi kartı sözleşmeleri bakımından 5464 Banka Kartları ve Kredi Kartları Kanunu ile[8] kredili mevduat hesabı sözleşmeleri bakımından ise 5411 Sayılı Bankacılık Kanunu ile [9] uygulanabilecek azami akti ve gecikme faiz oranları özel olarak düzenlenmiştir.

Doktrinde Reisoğlu[10],bankalar tarafından kullandırılan her türlü kredinin TTK m.19/2 gereğince “ticari iş” olarak kabul edilmesi gerektiğini, ticari işlerde ise faizin TTK m.8/2 gereğince serbestçe belirlenebileceğini ileri sürmüş ise de ağırlıklı görüş Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun çerçevesinde giren kredilerde akti faiz ve temerrüt faizinin TBK.nun 88 ve 120.maddelerinde belirtilen kısıtlamalara tabi olması gerektiği yönündedir.[11] Kredi kartları ile ilgili bir dava ile ilgili verdiği karardan Yargıtay’ın da bu görüş eğiliminde olduğu anlaşılmaktadır.[12]

Sözleşmeyle belirlenecek faiz oranının, belirli süreli tüketici kredisi sözleşmelerinde sonradan değiştirilmesi artık mümkün değildir. Belirsiz süreli tüketici kredisi sözleşmelerinde ise Kanun’un 3/f maddesinde belirtilen “kalıcı veri saklayıcısı” yöntemlerinden biri ile önceden tüketiciye bildirilmesi şartıyla faiz oranının sonradan değiştirilmesi mümkündür.[13] Bununla birlikte, artırılan faiz oranı geriye dönük olarak uygulanmaz. Tüketici, faiz artırımının kendisine bildirildiği tarihten itibaren en geç 60 gün içinde borcunun tamamını öder ve kredi kullanmaya son verirse faiz oranı değişikliğinden etkilenmez. (6502 sayılı Kanun m.26/2) 

Faiz ile ilgili olarak son olarak söylenebilecek husus, tüketici kredisi sözleşmelerinde ve konut finansmanı sözleşmelerinde gecikme faizinin akti faizin yüzde otuzunu geçemeyeceğine öngören sınırlamaya (4077 sayılı Kanun m.10-10/B) 6502 sayılı Kanunda yer verilmemiş olmasıdır. TBK yer alan faizkısıtlamalarının tüketici kredileri ve konut finansmanı kredileri için de geçerli olacağı kabul edilecek olunur ise gecikme faizinin belirlenmesinde TBK m.120 hükmünün dikkate alınması gerekecektir.

VII.BİLEŞİK FAİZ YASAĞI

6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun’un 4/7 maddesinde, 5464 sayılı Banka Kartları ve Kredi Kartları Hakkındaki Kanun’un 26. maddesinde belirtilen düzenleme ile paralel olarak, temerrüt hali de dahil olmak üzere tüketici işlemlerinde bileşik faiz uygulanamayacağı belirtilmiştir.

Esasen 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren yeni 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu ile bileşik faiz uygulamasının kapsamı daraltılmış ve 762 sayılı eski Türk Ticaret Kanunu’nun 8.maddesinin ikinci fıkrası ile konu hakkında bankalara tanınmış olan istisna kaldırılmıştır.

Bileşik faiz kavramı en basit tanımıyla faizin anaparaya ilave edilerek bulunacak meblağ üzerinden tekrar faiz uygulanması halini ifade etmektedir. Bankacılık uygulamasında bu durumu üçe ayırarak incelemek yararlı olacaktır;

  1. a) Sözleşme faizinin anaparaya ilave edilerek bunun üzerinden yine sözleşme faizi uygulanması:

Sözleşme faizinin anaparaya ilave edilerek bunun üzerinden yine sözleşme faizi uygulanması en tipik bileşik faiz uygulanması halidir. Bu tür bir duruma bireysel bankacılık uygulamalarında temerrüt öncesi borç yapılandırmalarında rastlamak mümkündür.

6502 sayılı Kanunun 4/7 maddesinde tüketici işlemleri için bileşik faiz yasağı öngörüldüğünden, bu tür bir uygulama hukuka aykırı olacaktır. 

  1. b) Sözleşme faizinin anaparaya ilave edilerek bunun üzerinden temerrüt/gecikme faizi uygulanması:

Belirli bir süre para alacağından yoksun kalmanın karşılığı olan ve tarafların sözleşmenin başında belirledikleri bu nedenle de artık anaparaya dönüşmüş olan faiz alacaklarına anapara faizi (kapital faiz) adı verilir. Tüketici kredilerinde tüketicilerden alınmakta olan sözleşme faizi de bu nitelikte bir faiz alacağıdır.

Bu nitelikteki faiz alacağına temerrüt/gecikme faizi uygulanıp uygulanamayacağı tereddüt uyandırmaktadır. Zira, madem ki bu alacaklar anapara alacağa dönüşmüştür, bu alacağa temerrüt/gecikme faizi işletilmesinin mümkün olduğu, bunun bileşik faiz yasağı kapsamına girmeyeceği iddia edilebilir.[14] Kaldı ki, TBK.nun 121 maddesinde faiz borcunu ödemekte temerrüde düşen borçlunun icra takibi veya dava tarihinden itibaren temerrüt faizi alacağı ile sorumlu olduğu açıkça belirtilmiştir.

Ancak, 6502 sayılı Kanunun 4/7 maddesinde bileşik faiz yasağı temerrüt halini de içerecek şekilde düzenlendiğinden, temerrüt halinde bu tür alacaklara temerrüt faizi işletilmemesi gerektiği de ileri sürülmektedir.[15]

  1. c) Birikmiş temerrüt/gecikme faizinin anaparaya ilave edilerek bunun üzeriden temerrüt/gecikme faizi uygulanması:

TBK.nun 121. maddesinde “Temerrüt faizine, ayrıca temerrüt faizi yürütülemez” denilmektedir. Vade tarihinde ödenmeyen bir borca sözleşme gereğince ödenmekte olan gecikme faizleri de bir nevi temerrüt faizi niteliğindedir. Bu nedenle, tüketici kredisi sözleşmelerinde herhangi bir taksitin zamanında ödenmemiş olması sebebiyle işleyen gecikme faizi alacağına yeniden gecikme faizi işletilmesi veya ileride muacceliyet koşulları oluşup da icra takibine başlanıldığında temerrüt faizi işletilmesi mümkün değildir.[16]

VIII.TEMERRÜT

Konut finansmanı kredileri ve tüketici kredisi sözleşmelerinde tüketicinin ne zaman temerrüde düşeceği konusunda 4077 sayılı Kanunile 6502 sayılı Kanun düzenlemeleri büyük oranda benzerlik göstermektedir. Tek fark; iki taksitin üst üste ödenmemesi halinde tüketiciye yapılacak muacceliyet ihtarındaki ödeme süresinin, tüketici kredilerinde 7 gün yerine 30 gün olarak, konut finansmanı kredilerinde ise 1 ay yerine 30 gün olarak belirlenmiş olmasıdır.

Buna göre, gerek tüketici kredilerinde (6502 sayılı Kanun m.28) gerekse konut finansmanı kredilerinde (6502 sayılı Kanun m.34) tüketicinin borcun tamamı bakımından (henüz vadesi gelmemiş olan taksitler de dahil olmak üzere) temerrüde düşürülebilmesi için;

-Kredi verenin sözleşmede borcun tamamının ifasını talep etme hakkını saklı tutması,

-Kredi verenin tüm edimlerini yerine getirmiş olması,

-Tüketicinin birbirini izleyen iki taksiti ödemede temerrüde düşmüş olması,

-Tüketiciye 30 günlük süre verilerek muacceliyet ihtarında bulunulmuş olması

Bu şartlar gerçekleşir ve tüketici temerrüde düşerse, tüketiciden talep edilebilecek alacak hesaplanırken muaccel kılınan taksitlere (henüz vadesi gelmemiş olan taksitlere) ilişkin faiz, komisyon ve benzeri masraflar dikkate alınmayacak, bunların borçtan düşülmesi gerekecektir. (m.28/2)

Öte yandan hemen belirtmek gerekir ki, kredili mevduat hesapları ve 22.maddenin ikinci fıkrasında belirtilen durumların mevcudiyeti halinde kredi kartları birer tüketici kredisi sözleşmesi olarak kabul edilmekte ise de, temerrüt için yukarıda yer verilen koşullara tabi olmayacaktır. Zira, 28.maddede belirtilen temerrüt koşulları sadece “belirli sureli tüketici kredisi sözleşmeleri” için geçerlidir. Kredili mevduat hesapları ve kredi kartları ise belirsiz süreli kredi sözleşmeleridir. Bu nedenle, bu tür krediler için uygulanamaz.

6502 sayılı Kanunile temerrüt konusunda getirilen yeniliklerden bir diğeri de, konut finansmanı kredilerinde herhangi bir taksitin vadesinde ödenmemesi durumunda 5 iş günü içinde tüketiciye iadeli taahhütlü posta yoluyla bildirim yapılmasıkoşuluna (4077 sayılı Kanun m.10/B) yeni Kanun’da yer verilmemiş olmasıdır.

Temerrüt hakkında son olarak söylenebilecek bir husus, 6502 sayılı Kanunda, 4077 sayılı Kanunun “Kredi Kartları” başlıklı 10/A maddesine muadil bir hükme yer verilmemiş olmasının kredi kartından kaynaklanan bir borcun temerrüdü konusunda yaratacağı farklılıktır. 4077 sayılı Kanunun 10/A maddesinde yer alan ‘Kredi veren tarafından tüketiciye gönderilen dönemsel hesap özetleri, 10 uncu maddenin ikinci fıkrasının (d) bendinde öngörülen ödeme planı hükmündedir.”düzenlemesine istinaden doktrinde kredi kartından kaynaklanan bir borç için temerrüdün, tüketici kredileri için geçerli olan temerrüt koşullarına tabi olacağı kabul edilmekteydi. Buna göre, tüm kredi kartı borcunun muaccel hale gelmesi için, tüketicinin kendisine hesap özetinde belirtilen asgari tutarı iki dönem üst üste ödememesi gerekmekteydi.[17] 

6502 sayılı Kanunda, 4077 sayılı Kanunun 10/A maddesinde yer alan bu hükme muadil bir hüküm yer almadığından ve 5464 Sayılı Banka Kartları ve Kredi Kartları Kanunu’nda da aksi öngörülmediğinden, artık banka hesap özetinde belirtilen asgari tutar ödenmediğinde diğer hesap özeti dönemini beklemeksizin kart hamilini temerrüde düşürme imkanına sahip olacağı düşünülmektedir. 

IX.BAĞLI KREDİ 

6502 sayılı Kanunun getirdiği yeniliklerden bir diğeri de bağlı krediler ile ilgilidir. Bağlı kredi,tüketicinin bir mal ya da hizmetin tedariki için kredi kullandığı durumlarda, belirli şartların varlığı halinde kredi vereni müteselsilen sorumlu kılabildiği kredilerdir. 

Kredi veren ile satıcı-sağlayıcı arasında bir mal veya hizmetin tedarikine ilişkin özel bir anlaşma yoksa ve tüketici edineceği mal veya hizmeti kendisi belirlediyse, bu mal veya hizmetin bedeli kredi veren tarafından ödenmiş olsa dahi ortada bir bağlı kredi ilişkisinin varlığından söz edilemez.[18] 

4077 sayılı Kanunda bir kredinin bağlı kredi olarak kabul edilebilmesi için, “belirli marka bir mal veya hizmetin satın alınması” ya da “belirli bir satıcı veya sağlayıcı ile satış sözleşmesi yapılması”şartı ile kullandırılması gerekmekteydi. (4077 sayılı Kanun m.10/5 ve m.10/B) 6502 sayılı Kanunda ise bir kredinin bağlı kredi olarak kabul edilebilmesi için “kredisinin münhasıran belirli bir malın veya hizmetin tedarikine ilişkin bir sözleşmenin finansmanı için verilmesi” ve “bu iki sözleşmenin objektif açıdan ekonomik birlik oluşturması” yeterli kabul edilmiştir. (6502 sayılı Kanun m.30 ve m.35) Görüldüğü üzere, “belirli bir satıcı veya sağlayıcı ile satış sözleşmesi yapılması şartı ile kredi kullandırılması” hali 6502 sayılı Kanunda bağlı kredi durumu olarak düzenlenmemiş, sadece kredi verenin belirli bir mal veya hizmete yönelik yönlendirmeleri bağlı kredi sayılmıştır. Bu değişiklik, kredi veren tarafından, birçok marka ürünü bir arada satan işyerlerine yapılacak yönlendirmeler bakımından önem taşıyacaktır. 

Tüketici kredilerinde hangi durumların varlığı halinde kredi sözleşmesi ile satış sözleşmesi arasında ekonomik bir birliktelik olduğu 30. maddede açıkça belirtilmiştir. Buna göre; 

  1. a) Satıcı veya sağlayıcının tüketici için krediyi finanse ettiği,
  2. b) Üçüncü bir tarafça finanse edilmesi durumunda, kredi verenin kredi sözleşmesinin imzalanması veya hazırlanması ile ilgili olarak satıcı veya sağlayıcının hizmetlerinden yararlandığı,
  3. c) Belirli bir mal veya hizmetin verilmesinin kredi sözleşmesinde açıkça belirtildiği,

durumlarından en az birinin varlığı hâlinde ortada ekonomik birliğin bulunduğunun kabul edilecektir. 

Konut finansmanı kredilerinde bağlı kredi durumunu düzenleyen 35.maddede tüketici kredilerinde bağlı krediyi düzenleyen 30.maddedeki tanıma bağlı kalınmış ve “Bağlı kredi sözleşmesi; konut finansmanı kredisinin münhasıran belirli bir konutun satın alınması durumunda bir sözleşmenin finansmanı için verildiği ve bu iki sözleşmenin objektif açıdan ekonomik bir birlik oluşturduğu sözleşmedir” denilmiştir. Bununla birlikte, bu maddede tüketici kredilerine ilişkin 30.maddede olduğu gibi ekonomik birliktelik halleri açıkça sayılmamıştır. Ancak, 30.maddede yer alan ekonomik birliktelik hallerinin konut finansmanı kredileri için de geçerli olacağı söylenebilir. 

Bağlı kredi tanımında yapılan yasal değişikliğe bu şekilde yer verdikten sonra, somut uygulamada bu değişikliğin ne tür yansımaları olacağına değinmekte fayda olacaktır. 

4077 sayılı Kanun döneminde Yargıtay tarafından verilen kararlarda genellikle, bağlı krediden söz edilebilmesi için kredi sözleşmelerinde satıcının veya satın alınacak mal/hizmetin açıkça belirtilmesinin gerektiği ifade edilmiştir.[19] 6502 sayılı Kanun yürürlüğe girdiğinde ise sözleşmede satın alınacak mal/hizmetin ne olduğu belirtilmemiş olsa dahi; 

a)Satıcı veya sağlayıcının tüketici için krediyi finanse etmesi (örneğin banka ile satıcı/sağlayıcı arasında yapılan özel anlaşmaya istinaden tüketiciye bir mal veya hizmetin satın alımında faiz indirimi sağlanması) 

b)Kredi verenin kredi sözleşmesinin imzalanması veya hazırlanması ile ilgili olarak satıcı veya sağlayıcının hizmetlerinden yararlanması (örneğin, satıcı sağlayıcının banka adına kredi başvurusunu kabul etmesi, belgeleri imzalatması) 

durumlarında yine bağlı kredinin varlığı kabul edilecektir. 

Görüldüğü üzere, satın alınacak mal veya hizmetin sözleşmede gösterilmesi 6502 sayılı Kanunda ekonomik birliğin bir göstergesi olarak kabul edilmiş, ancak 4077 sayılı Kanunda olduğundan farklı olarak bir ön koşul olarak kabul edilmemiştir.[20] 

Hangi kredilerin bağlı kredi olarak kabul edileceği hakkında son olarak, 6502 sayılı Kanunda kredili mevduat hesaplarının ve belirli durumların varlığı halinde kredi kartlarının tüketici kredisi olarak kabul edilmesi bu tür krediler için de bağlı kredi kavramını beraberinde getirmiştir. 

Tüketiciye faiz veya benzeri bir menfaat karşılığında, ödemenin üç aydan daha uzun süre ertelenmesi veya benzer şekilde taksitle ödeme imkânı sunulduğu kredi kartı işlemlerinde, aynı zamanda tüketiciye bu banka kredi kartının kullanılması şartıyla fiyat veya benzeri avantajlardan yararlanma imkanı sunulmuş ise ve bu şekilde tüketici belirli bir mal veya hizmet alımına yönlendirilmiş ise ortada bağlı kredinin bulunduğundan bahsedilebilecektir. Bağlı kredi 6502 sayılı Kanunda sadece tüketici kredisi sözleşmeleri ve konut finansmanı sözleşmeleri için kabul edildiğinden, kredi kartlarının tüketici kredisi olarak kabul edilmediği durumlarda herhangi bir şekilde bağlı kredi durumundan söz edilemeyecektir. 

Kredili mevduat hesapları bakımından bağlı kredi durumuna gelince, bu tür hesaplar belirli bir mal veya hizmet alımı maksadıyla açılmamakta, kredi veren kredili mevduat hesabıyla tanınan kredinin hangi amaç için kullanıldığı ile ilgilenmemektedir. Bu nedenle, kredili mevduat hesapları 6502 sayılı Kanun ile bir tüketici kredisi olarak kabul edilmiş olsa dahi, genel olarak bağlı krediye konu olamayacağı düşünülmektedir. Bununla birlikte, uygulamada tüketicinin üçüncü bir kişi ile imzaladığı mal veya hizmet alımına ilişkin ödemelerinin bankalar aracılığıyla yapıldığı, bu maksatla tüketicilere kredili mevduat hesapları açıldığı görülmektedir. Böyle bir durumda kredili mevduat hesabının kullanımı salt olarak bu amaca özgülenmiş ise bağlı kredinin varlığından söz edilebileceği düşünülmektedir. 

Hangi kredilerin bağlı kredi olarak kabul edilmesi gerektiği konusunda 4077 sayılı Kanun ile 4077 sayılı Kanun arasındaki farklara bu şekilde değindikten sonra, tüketici kredilerinde bağlı kredi sayılmanındoğuracağı sonuçlar bakımından iki Kanun arasındaki farklılıklara da değinmek gerekmektedir. 

Bağlı kredinin sonuçları bakımından 6502 sayılı Kanun ile getirilen yeniliklerden en önemlisi tüketicinin cayma hakkını kullanması ile ilgilidir. Buna göre, tüketicinin mal veya hizmet tedarikine ilişkin sözleşmeden cayması ve bunu 7 gün içinde kredi verene de bildirmesi halinde bağlı tüketici kredisi sözleşmesinin herhangi bir tazminat veya cezai şart ödeme yükümlülüğü olmaksızın sona erecektir. (6502 sayılı Kanun m.17, m.30/3) 4077 sayılı Kanunda bu yönde bir düzenleme bulunmamaktaydı.[21] Söz konusu bu değişiklik ile bağlı tüketici kredilerinde cayma hakkının kullanması sebebiyle ortaya çıkan satıcının satış bedelini iade etmeme riski tüketiciler açısından ortadan kalkmış, bu risk kredi verene yüklenmiştir. 

Bağlı tüketici kredileri bakımından m.30/3’de belirtilen bu esas, bağlı konut finansmanı kredileri bakımından 43.maddede farklı şekilde düzenlenmiş, adeta bir adım daha ileriye gidilerek tüketici korunmaya çalışılmıştır. Buna göre, ön ödemeli olarak alınan taşınmaz kısmen veya tamamen bağlı krediyle satın alınmış ise, bağlı kredi sözleşmesi, sözleşmenin kurulduğu tarihte hüküm doğurmak üzere cayma hakkı için belirlenen 14 günlük sürenin sonunda yürürlüğe girecektir. Ayrıca, konut finansmanı kuruluşu, cayma hakkı süresi içinde tüketiciden faiz, komisyon, yasal yükümlülük ve benzeri isimler altında hiçbir masraf talep edemeyecektir. 

Bağlı kredinin sonuçları bakımından 6502 sayılı Kanun ile getirilen yeniliklerden bir diğeri de ayıplı mal teslimi/hizmet ifası durumunda tüketicinin kredi verene karşı sahip olduğu haklar konusundadır.

Öncelikle belirtmek gerekir ki, gerek 4077 sayılı Kanun gerekse 6502 sayılı Kanun bakımından ayıplı bir mal veya hizmet söz konusu olduğunda kredi veren sadece sözleşmeden dönülmesi veya bedel indirimi talep edilmesi durumunda sorumlu tutulabilmektedir. Onarım veya misli ile değişiklik talepleri ise işin doğası gereği sadece satıcı/sağlayıcıya karşı yöneltilebilir.[22] 

4077 sayılı Kanunda, ayıplı bir mal veya hizmet söz konusu olup da tüketici,tüketici kredisi sözleşmesinden döner veya bedel indirimi talep ederse kredi verenin bundan müteselsilen sorumlu olacağı belirtilmiş (m.4, m.10), ancak kredi veren tarafından tüketiciden kredinin geri ödenmesi talep edildiğinde tüketicinin buna ne şekilde karşı koyabileceğine değinilmemiştir.[23] 

Buna karşılık 6502 sayılı Kanunda tüketici kredileri bakımından; 

  • Tüketicinin bedel indirimi hakkını kullanması halinde, bağlı kredinin de ayıp oranında indirileceği ve buna göre yeniden ödeme planı hazırlanacağı, 
  • Tüketicinin sözleşmeden dönme hakkını kullanması halinde, bakiye borçtan kurtulacağı ve o zamana kadar yapmış olduğu ödemelerin kendisine iadesinin gerekeceği 

açıkça düzenlenmiştir. (m.30/4) 

Konut finansmanı kredilerinde bağlı kredi durumunu düzenleyen 35.maddede tüketici kredilerinde bağlı krediyi düzenleyen 30.maddedeki düzenlemeye bağlı kalınmış ve “Bağlı kredilerde, konutun hiç ya da gereği gibi teslim edilmemesi nedeniyle tüketicinin bu Kanunun 11 inci maddesinde belirtilen seçimlik haklarından birini kullanması hâlinde, satıcı ve konut finansmanı kuruluşu müteselsilen sorumludur” denilmiştir. Bununla birlikte, bu maddede tüketici kredilerine ilişkin 30.maddede olduğu gibi, tüketicinin sözleşmeden dönme veya ayıp oranında indirim talep etmesi halinde, müteselsil sorumluluğun bu taleplere ne şekilde yansıyacağı açıkça ifade edilmemiştir. Bununla birlikte, 30.maddede yer alan ve yukarıda değinilen sonuçların bağlı konut finansmanı kredileri bakımından da geçerli olacağı düşünülmektedir. Nitekim, 35.maddenin gerekçesinde “Tüketici, bedelin indirimi veya sözleşmeden dönme haklarını kullanmayı tercih etmiş ise konut finansman kuruluşuna da başvurma imkanının olması büyük önem taşır. Aksi takdirde tüketici, elde etmek istediği konutun ayıplı olmasına veya hiç ifa edilmemiş olmasına rağmen kredi taksitlerini ödemeye devam etmek ve ödediği parayı bu sefer satıcıdan geri almaya çalışmak zorunda kalacaktır. Bu nedenle tüketicinin, bedelin indirilmesi olasılığını seçtiği hallerde, konut finansman kuruluşuna yapacağı taksit ödemelerini de o oranda indirebileceği; sözleşmeden dönmesi halindeyse, o ana kadar yapmış olduğu tüm ödemeleri geri talep edebileceği kabul edilmiştir.” ifadelerine yer verilmiş olması da bu yöndeki görüşümüzü desteklemektedir. 

Kredi verenin bağlı tüketici kredisinden kaynaklanan bu sorumluluğu; malın teslim veya hizmetin ifa edilmediği durumlarda satış sözleşmesinde veya bağlı kredi sözleşmesinde belirtilen malın teslim veya hizmetin ifa edilme tarihinden, malın teslim veya hizmetin ifa edildiği durumlarda ise malın teslim veya hizmetin ifa edildiği tarihten itibaren, kullanılan kredi miktarı ile sınırlı olmak üzere bir yıldır. Bağlı kredi şeklindeki konut finansmanı kredilerinde de aynı esas benimsenmiştir. (m.25) 

Kredi verenin bağlı krediden 1 yıl süre ile sorumlu tutulabilmesi 4077 sayılı Kanunda yer almayan bir düzenlemedir. Aynı şekilde, bağlı tüketici kredilerinde kredi verenin ancak kredi limiti ile sınırlı olarak sorumlu tutulabileceği de 4077 sayılı Kanunda yer almayan bir düzenlemedir. 

X.ERKEN ÖDEME TAZMİNATI

6502 sayılı Kanunda, 4077 sayılı Kanun ile paralel olarak sadece sabit faizli konut finansmanı kredileri için erken ödeme tazminatı kararlaştırılmıştır. Bu nedenle, değişken faizli konut finansmanı kredileri ile tüketici kredilerinde erken ödeme tazminatı söz konusu değildir.

Talep edilebilecek olan erken ödeme tazminatının ne olacağı konusunda ise 6502 sayılı Kanunda tüketici lehine değişikliğe gidilmiştir. Konuyu düzenleyen 37.maddede “Faiz oranının sabit olarak belirlenmesi hâlinde, sözleşmede yer verilmek suretiyle, bir ya da birden fazla ödemenin vadesinden önce yapılması durumunda, konut finansmanı kuruluşu tarafından tüketiciden erken ödeme tazminatı talep edilebilir. Erken ödeme tazminatı gerekli faiz indirimi yapılarak hesaplanan ve tüketici tarafından konut finansmanı kuruluşuna erken ödenen tutarın kalan vadesi otuz altı ayı aşmayan kredilerde yüzde birini, kalan vadesi otuz altı ayı aşan kredilerde ise yüzde ikisini geçemez. Oranların değişken olarak belirlenmesi hâlinde tüketiciden erken ödeme tazminatı talep edilemez”düzenlemesine yer verilmiştir. Bu düzenlemeye göre, konut finansmanı kuruluşu; vade sonuna 36 aydan daha az bir zaman kalmışsa %1, daha fazla bir zaman kalmışsa %2 oranında erken ödeme tazminatı talep edilebilecektir. (6502 sayılı Kanun m.37) 4077 sayılı Kanunda ise tazminat erken ödeme tarihine bakılmaksızın %2 olarak uygulanmaktaydı. (4077 sayılı Kanun m.10/B)

Yargıtay, erken ödeme tazminatının sadece gerçek anlamda erken ödeme hallerinde talep edilebileceği, kredi kuruluşunun tüketici ile anlaşarak eski krediyi kapatıp güncel faiz oranlarına göre yeniden kredilendirme yapması halinde erken ödeme ücreti talep edilemeyeceği görüşündedir.[24] 6502 sayılı Kanunda erken ödeme tazminatı bakımından bu tür refinansman işlemlerini içine alacak bir değişiklik yapılmadığından, Yargıtay’ın 4077 sayılı Kanun döneminde verdiği bu içtihatlar 6502 sayılı Kanun dönemi için de geçerli olacaktır.

XI.FİNANSAL HİZMETLERE İLİŞKİN MESAFELİ SÖZLEŞMELER

6502 sayılı Kanunda mesafeli sözleşmeler finansal hizmetler bakımından ayrı bir maddede özel olarak düzenlenmiştir.(6502 sayılı Kanun m.49)

Her türlü bankacılık hizmeti “finansal hizmet” niteliğinde olduğundan bu madde bankacılık uygulamalarında sıklıkla uygulanacaktır.

Mesafeli sözleşmeler, tüketici ile satıcı/sağlayıcının fiziken bir araya gelmeksizin uzaktan iletişim araçlarıyla kurdukları sözleşmelerdir. Bir diğer ifadeyle mesafeli sözleşme başlı başına ayrı bir sözleşme türü değildir. Bir sözleşmenin uzaktan iletişim araçlarıyla kurulmasıdır.

Bankacılık hizmetlerinde mesafeli sözleşmelere sıklıkla karşılaşılmaktadır. Telefon bankacılığı, internet bankacılığı birer mesafeli sözleşme vasıtalarıdır.

Finansal hizmetlere ilişkin mesafeli sözleşmelerin düzenlendiği 6502 sayılı Kanunun 49.maddenin gerekçesinde, mesafeli sözleşmelerde tüketicinin çok düşünmeden, sözleşme ve edime ilişkin ayrıntılar hakkında yeterli bilgi sahibi olmadan, piyasada sunulan aynı türden hizmetlere ilişkin sözleşme koşulları ile karşılaştırma yapmadan sözleşme ilişkisine girdiğinin tespiti yapılmış ve bu nedenlerle kendisine cayma hakkı tanınması gerektiğinden bahsedilmiştir.

Bu kapsamda 49.maddenin metnine baktığımızda, finansal hizmetlere ilişkin mesafeli sözleşmelerde, tüketicinin sözleşmenin kurulmasına ilişkin iradesini açıklamasından önce, kredi verenin; 

  • Cayma hakkı,
  • Kabul beyanı vermesi hâlinde yükümlülük altına gireceği,
  • Ayrıntıları Bakanlıkça belirlenen diğer hususlar 

hakkında açık, anlaşılır ve kullanılan iletişim araçlarına uygun bir şekilde tüketiciyi bilgilendirmesi gerekmektedir. Ayrıca, bu bilgilendirmenin ticari amaçla yapıldığı anlaşılır olmalı ve sesli iletişim araçlarının kullanıldığı hâllerde sağlayıcının kimliği ile görüşme talebinin sebebi her görüşmenin başında belirtilmelidir. 

Tüketicinin sözleşmenin kurulmasına dair kabul beyanı kullanılan iletişim araçlarına uygun olarak fiziki veya elektronik ortamda tespit veya kayıt edilmelidir. 

Kredi verenin, sözleşmenin bütün şartlarını ve Bakanlıkça belirlenen diğer hususları, kâğıt üzerinde veya kalıcı veri saklayıcısı aracılığıyla tüketiciye iletmesi zorunludur. Bu yükümlülük, tüketicinin sözleşmeyi kuran iradesini yöneltmesinden önce veya tüketicinin talebi üzerine yazılı bilgilendirmeye elverişli olmayan bir uzaktan iletişim aracı kullanılarak sözleşmenin kurulması hâlinde sözleşmenin kurulmasından hemen sonra yerine getirilmelidir. 

Tüketici, sözleşme ilişkisinin devam ettiği süre içinde herhangi bir ücret ödemeksizin sözleşmenin kâğıt üzerinde yazılı bir örneğini talep edebilir. 

Tüketici, finansal hizmetlere ilişkin mesafeli sözleşmelerden on dört gün içinde herhangi bir gerekçe göstermeksizin ve cezai şart ödemeksizin cayma hakkına sahiptir. Cayma hakkının kullanıldığına dair bildirimin bu süre içinde sağlayıcıya yöneltilmiş olması yeterlidir. Sağlayıcı, cayma hakkı konusunda tüketicinin bilgilendirildiğini ispatla yükümlüdür. 

Finansal hizmetlere ilişkin mesafeli sözleşmelerde, tüketicinin sözleşmeyi sona erdirmesine ilişkin talebini herhangi bir uzaktan iletişim aracıyla iletmesi yeterlidir. Tüketici, sözleşmeyi sona erdirmek için sözleşmenin tesis edilmesini sağlayan yöntemden daha ağır koşullar içeren bir yöntem kullanmak zorunda bırakılamaz. Örneğin, sözleşme telefon bankacılığı ile kurulmuş ise iptali için tüketicinin şubeye gitmesi istenemez. 

İleride çıkartılacak olan bir yönetmelik ile finansal hizmetlere ilişkin mesafeli sözleşmelere ilişkin detaylar belirlenecektir.

 XII.TÜKETİCİ HAKEM HEYETİ

Tüketici Hakem Heyetleri, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı tarafından oluşturulmuş, tüketici işlemlerinden veya tüketiciye yönelik uygulamalardan kaynaklanan belirli bir miktara kadarki ihtilafları[25] çözmekle görevli olan merciilerdir. (6502 sayılı Kanun m.66)

Görüldüğü üzere, Tüketici Hakem Heyetlerinin görev alanını tespit bakımından “tüketici işlemi” kavramının ne anlama geldiği büyük önem arz etmektedir. Tüketici işlemi 6502 sayılı Kanunun 3/l maddesinde, “Mal veya hizmet piyasalarında kamu tüzel kişileri de dâhil olmak üzere ticari veya mesleki amaçlarla hareket eden veya onun adına ya da hesabına hareket eden gerçek veya tüzel kişiler ile tüketiciler arasında kurulan, eser, taşıma, simsarlık, sigorta, vekâlet, bankacılık ve benzeri sözleşmeler de dâhil olmak üzere her türlü sözleşme ve hukuki işlem” olarak tanımlanmıştır. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere 6502 sayılı Kanun ile birlikte Tüketici Hakem Heyetlerinin görev alanı oldukça genişlemiştir. Zira, banka ile tüketici arasında, bankacılık hizmetinden kaynaklanacak her türlü ihtilafta tüketici yönünden Hakem Heyeti görevli olacaktır.[26]

Hakem Heyetleri konusunda 6502 sayılı Kanun ile getirilen yeniliklerden bir diğeri de parasal sınır üzerindeki uyuşmazlıklar için Hakem Heyetlerine yapılacak başvurunun yasaklanmış olmasıdır. (m.69)[27]Bu nedenle, tüketici hakem heyetleri 6502 sayılı Kanun yürürlüğe girdikten sonra limit üzerindeki başvuruları görevsizlik nedeniyle reddetmek durumundadırlar.[28]

Ayrıca, itiraz olunan karar esas yönünden kanuna uygun olup da, hesap hatası, maddi hata veya kanunun olaya uygulanmasında hata edilmiş ise tüketici mahkemelerine kararı düzelterek onama yetkisi verilmiştir. Böylelikle, esas ilişkin olmayan bir sebeple Hakem Heyeti kararının iptal edilmesinden kaynaklanacak tüketici mağduriyetinin önüne geçilmesi amaçlanmıştır. Zira, mahkemenin düzelterek onama imkanı olmadığında kararı iptal etmesi ve tüketicinin de tüm süreci yeniden başlatması gerekmekteydi.

Son olarak, Türkiye Bankalar Birliği tarafından 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 80/j maddesine istinaden çıkartılan Tebliğ ile kurulan “Türkiye Bankalar Birliği Müşteri Şikayetleri Hakem Heyeti”ile 6502 sayılı Kanunda belirtilen Tüketici Hakem Heyetleri arasındaki görev dağılımına da değinmekte fayda bulunmaktadır.

Türkiye Bankalar Birliği Müşteri Şikayetleri Hakem Heyeti, 14.05.2013 tarihi itibarıyla yürürlüğe girmiş olan söz konusu Tebliğ uyarınca kurulmuş, 5 üyeden oluşan[29] ve Birlik üyeleri ile bireysel müşterileri arasındaki uyuşmazlıkları çözüme kavuşturmayı amaçlayan bir yapılanmadır.

Tüketicilerin bu Heyete başvurmuş olmaları 6502 sayılı Kanun çerçevesinde faaliyet gösteren Tüketici Hakem Heyetine başvurmalarına engel değildir. Zira, 6502 sayılı Kanunun 68/5 maddesinde “Bu madde tüketicilerin ilgili mevzuatına göre alternatif uyuşmazlık çözüm mercilerine başvurmasına engel değildir” denilmiştir. Ancak, şayet tüketici 6502sayılı Kanun çerçevesinde faaliyet gösteren Tüketici Hakem Heyetine başvurursa artık TBB Hakem Heyetinin görevi sona erecektir. (Tebliğ m.7) 

XIII.SAİR YENİLİKLER

Bankacılık uygulamaları bakımından 6502 sayılı Kanun ile getirilen sair yenilikleri ise aşağıdaki şekilde sıralamak mümkündür;

  1. a) Kart çıkaran kuruluşlara, tüketicilere yıllık üyelik aidatı ve benzeri isim altında ücret tahsil etmedikleri bir kredi kartı türü sunma zorunluluğu getirilmiştir.(m.31) Kredi kartı aidatı meselesi uzun bir zamandır kamuoyunu meşgul etmektedir. Yargıtay kart aidatı alınmasına ilişkin sözleşme koşullarının haksız şart olarak kabul edilemeyeceği görüşündedir.[30] Yasa koyucu 6502 sayılı Kanunda bu konudaki kamu oyunu beklentisini karşılamak için kart çıkartan kuruluşlara, yıllık üyelik aidatı ve benzeri isim altında ücret tahsil etmedikleri bir kredi kartı türü sunma zorunluluğu getirmiştir.
  2. b) Belirli süreli bir kredi sözleşmesine ilişkin taksit ödemeleri için bir hesap açılmış ve bu hesap sadece taksit ödemeleri için kullanılmış ise tüketiciden bu hesaba ilişkin herhangi bir isim altında ücret veya masraf talep edilemeyeceği kararlaştırılmıştır Ayrıca, bu hesabın tüketicinin aksine yazılı talebi olmaması hâlinde kredinin geri ödenmesi ile birlikte kapatılması gerekmektedir. Ayrıca, tüketicinin açık talimatı olmaksızın, belirli süreli kredi sözleşmesi ile ilişkili bir kredili mevduat sözleşmesi yapılaması mümkün değildir. (m.31)
  3. c) Tüketicinin yazılı veya kalıcı veri saklayıcısı aracılığıyla açık talebi olmaksızın kredi ile ilgili sigorta yaptırılamayacaktır. Tüketicinin sigorta yaptırmak istemesi hâlinde, istediği sigorta şirketinden sağladığı teminat, banka tarafından kabul edilmek zorundadır. (m.29)
  4. d) Tüketici işlemlerinde, tüketicinin edimlerine karşılık olarak alınan şahsi teminatların, her ne isim altında olursa olsun adi kefalet sayılacağı açıkça belirtilmiştir. (m.4/6) 4077 sayılı Kanunda konu hakkında yer alan “Tüketici kredisinin teminatı olarak şahsi teminat verildiği hallerde, kredi veren, asıl borçluya başvurmadan, kefilden borcun ifasını isteyemez.” şeklindeki düzenleme uygulamada uzun süre tereddütlere yol açmıştır. Özellikle kredi veren kuruluşlar, maddede yer alan düzenlemenin bir adi kefaleti öngörmediğini, tüketici kredilerinde asıl borçluya ihtarname keşide edilerek borcun ifası talep edilmesine rağmen borç ödenmediğinde kefilden borcun ifasının talep edilebileceği savunmaktaydı. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu bu tartışmalara 22.06.2011 tarihli kararıyla son vermiş ve tüketici kredilerine ilişkin kefaletin adi kefalete ilişkin sonuçlara tabi olacağını belirtmiştir.[31] 

6502 sayılı Kanun ile tüketici işlemlerine ilişkin kefalette bir tür zorunluluğu getirilmiş ve böylelikle kefaletin türü konusunda yaşanan tereddütlerin önüne geçilmiştir.[32]

XIV.YÜRÜRLÜK

6502 sayılı Kanunun Geçici 1.maddesinde;

“Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce açılmış olan davalar açıldıkları mahkemelerde görülmeye devam eder. Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önceki tüketici işlemlerine, bunların hukuken bağlayıcı olup olmadıklarına ve sonuçlarına bu işlemler hangi kanun yürürlükte iken gerçekleşmiş ise kural olarak o kanun hükümleri uygulanır. Ancak:

  1. a) Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce kurulan ve hâlen geçerli sözleşmelerin bu Kanuna aykırı hükümleri yürürlük tarihinden itibaren uygulanmaz.
  2. b) Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce işlemeye başlamış hak düşürücü süreler ile zamanaşımı süreleri dolmamış ise bu Kanunda öngörülen sürenin geçmesiyle hak düşürücü süre veya zamanaşımı süresi dolmuş olur . 

Bu Kanunda öngörülen yönetmelikler yürürlüğe girinceye kadar, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan Tüketicinin Korunması Hakkında Kanuna dayanılarak çıkartılan yönetmelik ve diğer mevzuatın, bu Kanuna aykırı olmayan hükümleri uygulanır” 

düzenlemesine yer verilmiştir.

Bu düzenleme gereğince, 28.05.2014 tarihinden önce gerçekleştirilen tüketici işlemlerinde bu işlemin hukuki geçerliliği veya sonuçları bakımından 4077 sayılı Kanun hükümleri uygulanmaya devam edecektir. Dolayısıyla, işlemin gerçekleştiği tarih itibarıyla yürürlükte bulunan mevzuata uygun olarak yapılmış bir işlemin sonradan çıkan mevzuat ile geçersiz hale dönüşmesi söz konusu olmayacaktır. Örneğin,28.05.2014 tarihinden önce imzalanan bir tüketici kredisi sözleşmesinde akti faiz yazılmamış olsa dahi, kredinin faizsiz olarak kullanılmış sayılacağına ilişkin 6502 sayılı Kanunun 25/2 maddesinin uygulanmaması gerekir.

Buna karşılık, 28.05.2014 tarihinden önce imzalanmış ve halen devam etmekte olan tüketici sözleşmelerinin 6502 sayılı Kanuna aykırı hükümleri uygulama alanı bulamayacaktır. Örneğin, 28.05.2014 tarihinden önce imzalanmış olan bir konut finansmanı sözleşmesinde, tüketici erken ödeme halinde %2 oranında erken ödeme tazminatı ödemeyi kabul etmiş olsa dahi, 28.05.2014 tarihinden sonra ve fakat sözleşmenin sona ermesine 36 aydan daha az bir zaman kala yapacağı erken ödemede %1 oranında erken ödeme tazminatı uygulanmalıdır. 

KAYNAKÇA 

Akipek, Şebnem, “Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun Çerçevesinde Kredi Kartları”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 52, Sayı 3, Ankara 2003 

Atamer, Yeşim, “Tüketici Kredisi Hukukunda Reform Projeleri ve Avrupa Birliği Hukuku İle Uyumu”, Banka ve Tüketici Hukuku Sorunları Sempozyumu, İstanbul, 2010 

Aydoğdu, Murat, “6098 Sayılı Türk Borçlar Kanununda Faiz İle İlgili Düzenlemeler”, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C.12, S.1, 2010 

Can, Bilal, “6502 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanunun Konut Finansmanına Yönelik Hükümleri, Terazi Hukuk Dergisi, C.9, S.89, 2014 

Ceylan, Ebru, “6502 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’daki Tüketici Kredileri İle İlgili Yeni Düzenlemeler”, İstanbul Barosu Tüketici Hakları ve Rekabet Hukuk Özel Sayısı, C.88, 2014 

Çeker, Mustafa, “Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun Kapsamında Kredi Kartı Borcunun Ödenmemesi ve Hukuki Sonuçları”, Erzincan Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C.VIII/1-2, 2004 

Deryal, Yahya, “Tüketici Kredilerinde Haksız Şart Örnekleri ve 6502 Sayılı Kanunla Getirilen Yeni Düzenlemenin Değerlendirilmesi”, Terazi Hukuk Dergisi, C.9, S.89, 2014 

Ozanoğlu, Hasan, Tüketicinin Korunması Açısından Taksitle Satım Sözleşmesi, Ankara, 1999 

Önder, M.Fahrettin; ÖZKUL,Burcu, “6502 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun Açısından Tüketici Kredisi Sözleşmelerinde Bankaya Verilen Şahsi Güvence:Adi Kefalet Sözleşmesi”, Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, C.18, S.3, 2013 

Reisoğlu, Seza, “Tüketici Kredileri Hukuki Sorunlar:4077 Sayılı Yasada Değişiklik Öngören Taslak”, Bankacılar Dergisi, Sayı 69, İstanbul, 2008, s.51 

Reisoğlu, Seza, “Türk Borçlar Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun Bankacılık İşlemleri Açısından Değerlendirilmesi”, Bankacılar Dergisi, Sayı 82, İstanbul, 2012, s.110 

Tutumlu, Mehmet Akif, “6502 sayılı TKHK’ya Göre, Tüketici Hakem Heyetlerinin Yetki ve Görev Sınırları”, Terazi Hukuk Dergisi, C.9, S.89,2014 

Yağcı, Kürşad, “Anapara Faizi ve Üst Sınır Faizine Üst Sınır Getiren TBK m.88 ve 120 Hükümlerinin Ticari Faizler (TTK m.8 ve TTK m.9) Bakımından Uygulanabilirliği”, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, Sayı 2, 2013

 DİPNOTLAR

[1] Reisoğlu, Seza, “Tüketici Kredileri Hukuki Sorunlar:4077 Sayılı Yasada Değişiklik Öngören Taslak”, Bankacılar Dergisi, Sayı 69, İstanbul, 2008, s.51

[2]Yargıtay 11.Hukuk Dairesi, 09.03.2009, 2009/2029 E. – 2009/2700 K. “Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına ve uyuşmazlığın tüketici kredisi veya kredi kartlarından kaynaklanmayıp, bankacılık işleminden kaynaklandığının dosya kapsamı ile sabit olmasına göre, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın HUMK. nun 427/6 ncı maddesine dayalı kanun yararına bozma isteğinin reddine karar vermek gerekmiştir.”

[3] Yargıtay 13.Hukuk Dairesi, 17.10.2012, 2012/15179 E. – 2012/23632 K. “Hemen belirtmek gerekir ki, davalı banka sadece kredinin geri verilmesi için zorunlu olan masrafları tüketiciler isteyebilir. Kredi verilmesi için gereken zorunlu masrafların neler olduğu konusunda ispat yükü ise davalı bankaya aittir. Aksi halde, masraf ve diğer giderler başlığı altında maktuen belirlenen bir miktarın tüketiciden alınacağına dair hüküm yukarda açıklanan yasa ve yönetmelik hükümleri karşısında haksız şart niteliğinde olur. Hal böyle olunca, davalı bankadan bu yönde delilleri sorulup; davalı bankanın zorunlu, makul ve belgeli masrafları olup olmadığı araştırılarak, konusunda uzman bilirkişi veya bilirkişi kurulundan kredinin kullanılması için zorunlu, makul ve belgeli masrafların neler olduğunun ve miktarının tespiti bakımından rapor alınması ve hasıl olacak sonuca uygun bir karar verilmesi gerekir. Mahkemece, değinilen bu yönler gözetilmeksizin eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bozmayı gerektirir.” 

[4] Kara, İlhan, “Bireysel Bankacılık İşlemleri Alanında Tüketici Hakları Kanuna Aykırı Uygulamalar ve Çözüm Yolları”, İstanbul Barosu Tüketici Hakları ve Rekabet Hukuku Özel Sayısı, C.88, 2014, s.87

[5] BDDK’nın sadece alınabilecek masraf ve ücretlerin türlerini belirlemesinin, miktara karışmamasının, bu konuyu rekabet ortamına bırakmasının uygun olacağı düşünülmektedir.

[6] Yargıtay 13.Hukuk Dairesi, 06.06.2013 tarih ve 2013/10865 E., 2013/15336 K., “Taraflar arasında 4822 Sayılı yasayla değişik 4077 Sayılı Kanunun 10. maddesinde tanımlanan nitelikte tüketici kredisi sözleşmesi, geri ödeme planı bulunmamaktadır. Taraflar arasında kredili mevduat hesabı sözleşmesi imzalanmıştır. Bu nedenle, taraflar arasında yasaca tanımlanan tüketici kredisi sözleşmesinin varlığından söz edilemez. Uyuşmazlık hakkında 4822 Sayılı yasayla değişik 4077 Sayılı Kanunun 10. maddesinin uygulama olanağı bulunmamaktadır.

[7] Atamer, Yeşim, “Tüketici Kredisi Hukukunda Reform Projeleri ve Avrupa Birliği Hukuku İle Uyumu”, Banka ve Tüketici Hukuku Sorunları Sempozyumu, İstanbul, 2010, s.251

[8]5464 sayılı Banka Kartları ve Kredi Kartları Kanunu’nun 26.maddesinde “Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, azami akdi ve gecikme faiz oranlarını tespit etmeye yetkilidir ve belirlediği bu oranları 3 ayda bir açıklar” denilmektedir. Merkez Bankası bu Kanun’a istinaden çıkarttığı Kredi Kartı İşlemlerinde Uygulanacak Azami Faiz Oranları Hakkında Tebliğ ile belirlemektedir. Öte yandan, tüketici niteliğindeki kredi kartı işlemleri bakımından uygulanacak faiz oranı da yine bu Tebliğe ile belirlenecek azami faiz oranlarını geçemeyecektir.(6502 sayılı Kanun m.22/2)

[9] 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 144.maddesi gereğince Bakanlar Kurulu, bankaların kredi işlemlerinde uygulayacakları azami faiz oranlarını belirleme yetkisine sahip olup bu yetkisini Merkez Bankasına devretmesi yine aynı madde gereğince mümkün bulunmaktadır. Nitekim, Bakanlar Kurulu da bu yetkisini 16.10.2006 tarih ve 2006/11188 sayılı kararıyla Merkez Bankasına devretmiştir. Merkez Bankası almış olduğu bu yetkiye istinaden çıkardığı 2006/1sayılı “Mevduat ve Kredi Faiz Oranları ve Katılma Hesapları Kar ve Zarara Katılma Oranları İle Kredi İşlemlerinde Faiz Dışında Sağlanacak Diğer Menfaatler Hakkında Tebliğ” ile Bankaları kredi işlemlerinde uygulayacakları faiz oranlarını belirleme bakımından serbest bırakmıştır. (Tebliğ m.4) Ancak, 25.05.2013 tarih ve 28657 sayılı resmi gazetede yayınlanan değişik ile Tebliğin anılan 4.maddesine kredili mevduat hesapları yönünden bir istisna getirilmiş ve “Kredili mevduat hesaplarında uygulanacak azami akdi ve gecikme faiz oranları, 2/4/2006 tarih ve 26127 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Kredi Kartı İşlemlerinde Uygulanacak Azami Faiz Oranları Hakkında Tebliğ (Sayı:2006/1)’in 3 üncü maddesinde belirlenen akdi ve gecikme faiz oranlarını geçemez” denilmiştir.

[10] Reisoğlu, Seza, “Türk Borçlar Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun Bankacılık İşlemleri Açısından Değerlendirilmesi”, Bankacılar Dergisi, Sayı 82, İstanbul, 2012, s.110

[11] Aydoğdu, Murat, “6098 Sayılı Türk Borçlar Kanununda Faiz İle İlgili Düzenlemeler”, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C.12, S.1, 2010, s.122 ; Can, Bilal, “6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanunun Konut Finansmanına Yönelik Hükümleri, Terazi Hukuk Dergisi, C.9, S.89, 2014, s.107

[12] Yargıtay 13.Hukuk Dairesi, 19.12.2013, 2013/18014 E. – 2013/30720 K. “Uygulanacak yıllık temerrüt faizi oranı, sözleşmede kararlaştırılmışsa, bu oran (sözleşme ile kararlaştırılacak yıllık temerrüt faizi oranı), birinci fıkra uyarınca belirlenen yıllık faiz oranının yüzde yüz fazlasını aşamaz. (TBK .m. 120/f.2 atfıyla 3095 sayılı yasa m. 2- âdi işlerde %9 + yüzde yüz fazlası yani %9 = 18 ’ i; ticari işlerde avans faizinin yüzde yüz fazlasını yani avans faizinin iki katını, ( 1.1.2011 tarihinden 31.12.2012 tarihine kadar avans faizi %15 olduğundan iki katı olan %30’u aşamayacaktır) Hal böyle olunca; mahkemece, hükmedilecek alacak miktarının yukarıda açıklanan şekilde temerrüt tarihinden itibaren yıllık % 18 temerrüt faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde aylık %9 faizi ile tahsiline’ karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.”

[13] 6502 sayılı Kanunun 26/2 maddesinde, belirsiz süreli kredi sözleşmelerinde faiz oranının tüketiciye önceden bildirilerek değiştirilebileceği belirtmektedir. Faiz oranı dışında diğer sözleme koşullarının tüketiciye önceden bildirim yapılarak değiştirilip değiştirilmeyeceği tereddüt uyandırmaktadır. Kanaatimizce, faiz dışındaki diğer sözleşme koşullarında da 26/2 maddesinde belirtilen hususlar kıyasen yerine getirilerek değişiklik yapılabilmelidir. Zira, sözleşme koşullarında sonradan değişiklik yapılmasını kural olarak yasaklayan 4/2 maddesinde, “Sözleşmede öngörülen koşullar, sözleşme süresi içinde tüketici aleyhine değiştirilemez” denildiğinden bu yasak belirli süreli sözleşmeler için geçerli olmalıdır.

[14] Çeker,Mustafa, “Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun Kapsamında Kredi Kartı Borcunun Ödenmemesi ve Hukuki Sonuçları”, Erzincan Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C.VIII/1-2, 2004, s.423 ; Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 10.04.1996, 1996/19-56 E. – 1996/248 K., “Taraflar arasındaki 8.1.1990 tarihli sözleşmenin 7. maddesinde, “satış belgelerine istinaden ve nakit çekme işlemlerinden ötürü, üye`nin hesabına yapılacak borç kayıtlarının bankaca belirlenecek tarihlerde 30 günlük devrelerle, ekstreye dökülerek bildirileceği, üye (davacı)`nın Türkiye`de yaptığı harcamalarda, ekstrede bildirilen toplam borç tutarının en az % 20`sini (dilerse tamamını) ekstrede belirtilen son ödeme tarihine kadar yatırabileceği, toplam borcun % 20`sini hesabına yatırmadığı takdirde, ekstre tarihi olan hesap kesim tarihinden itibaren geciken asgari ödeme tutarı için % 8, 29 oranında, temerrüt faizi, KKDF, BSMV ve gecikme komisyonu talep edebileceği, asgari ödeme tutarının üzerindeki kısım için aylık % 7.77 kredi faizi ödeneceği” hükmü bağlanmıştır. Mahkeme, bankanın her ay normal faiz ve temerrüt faizlerini, varsa nakit çekme komisyonunu anaparaya ilave ederek faiz kapitalizasyonu yaptığını, bu şekilde faize faiz yürüttüğünü, kredi kartının geçerlilik süresince düz faiz yürütmesi gerektiğini kabul etmiştir. Oysa; sözleşmenin 7. maddesinde asgari ödenmesi gereken tutarın üzerindeki kısma uygulanması gereken faizin % 7,77 olduğu belirtilmiştir. Bu hükümde yer alan faiz, akdi faiz niteliğindedir o nedenle de borçluya ihtarname keşide edilerek temerrüde düşürülmesi dolayısıyla anaparaya ilave edilerek temerrüd faizi yürütülmesinde yasaya aykırı bir yön bulunmamaktadır. Zira B.K.`nun 104/son ve 3095 sayılı Yasanın 3. maddesinde sadece geçmiş günler faizinin (temerrüt faizinin) tediyesinde temerrüt sebebiyle faiz yürütülemeyeceği öngörülmüştür. Bu düzenlemenin akdi faizi kapsamadığı kuşkusuzdur.”

[15]Yağcı, Kürşad, “Anapara Faizi ve Üst Sınır Faizine Üst Sınır Getiren TBK m.88 ve 120 Hükümlerinin Ticari Faizler (TTK m.8 ve TTK m.9) Bakımından Uygulanabilirliği”, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, Sayı 2, 2013, s.422 ; Yargıtay 12.Hukuk Dairesi, 01.04.2008, 2008/4168 E. – 2008/6530, “5464 Sayılı Kanunun 26. maddesi ve aynı kanunla ilgili yönetmeliğin 20/son maddelerinde belirtildiği üzere; “temerrüt hali de dahil olmak üzere, kart uygulamasından doğan borçlarda bileşik faiz uygulanmaz” düzenlemesine yer verilmiştir. Hükme esas alınan bilirkişi raporunda nolu kredi kartı için 1.841.22.- YTL. nakit çekmeden doğan faiz asıl alacağa ilave edildiği ve numaralı kart içinde 506,09.- YTL. nakit çekmeden ve 40,68 YTL. alışverişten doğan işlemiş faizleri de bu kart için belirlenen asıl alacağa eklenip faiz hesaplaması yapıldığı, bu şekilde yapılan hesaplama yukarıda açıklanan yasal düzenlemeye aykırı bulunduğundan mahkemece bu miktarların asıl alacaklardan düşülerek bilirkişiden ek rapor alınarak oluşacak sonuca göre hüküm kurulması gerekirken, eksik incelemeye dayalı rapora itibar edilerek yazılı şekilde sonuca gidilmesi isabetsiz olup kararın bu gerekçe ile bozulması gerekirken onandığı anlaşılmakla borçlunun karar düzeltme isteminin kabul edilmesi gerekmiştir.” 

[16] Yargıtay 11.Hukuk Dairesi, 22.01.2007, 2005/13672 E. – 2007/576 K.,“….Takip talebinde BK.nun 104 üncü maddesine aykırı şekilde gecikme faizi alacağının da takip tarihinden itibaren faiziyle tahsilinin talep edildiği dikkate alınıp, tespit edilen gecikme faizi alacağının faizsiz olarak tahsili yönünde takibin devamına karar verilmesi gerekirken, bu husus dikkate alınmadan yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiş ve kararın bu nedenle bozulması gerekmiş ise de anılan yanlışlığın düzeltilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden hükmün HUMK. nun 438/7 nci maddesi uyarınca düzeltilerek onanması yoluna gidilmiştir.”

[17] Akipek, Şebnem, “Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun Çerçevesinde Kredi Kartları”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 52, Sayı 3, Ankara 2003, s.103-119 ; ÇEKER, Mustafa, agm.,s.417

[18] Ceylan, Ebru, “6502 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’daki Tüketici Kredileri İle İlgili Yeni Düzenlemeler”, İstanbul Barosu Tüketici Hakları ve Rekabet Hukuk Özel Sayısı, C.88, 2014, s.72

[19]Yargıtay 13.Hukuk Dairesi, 21.12.2010, 2010/5104 E. 2010/17480 K. “4077 Sayılı Yasanın 10/5 maddesi uyarınca, kredi veren kuruluşun verdiği kredinin bağlı kredi sayılabilmesi için, kredi verenin tüketici kredisini belirli marka, bir mal veya hizmet satın alması ya da belirli bir satıcı veya sağlayıcı ile yapılacak satış sözleşmesi şartı ile vermesi gerekir. Bu koşulları taşımayan tüketici kredisinin bağlı kredi olarak kabulü olanaksızdır. Davacı M.K.’nin araç satın almada kullanmak üzere davalı bankadan kredi kullandığı sabittir. Davacı ile davalı arasında yapılan kredi sözleşmesinde satın alınacak malın herhangi bir özelliği belirtilmediği gibi, satıcı ismi de belirtilmemiştir. Kredi tutarı davacının havale talimatı üzerine diğer davalı şirketin hesabına aktarılmıştır. Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde, davalı bankanın davacıya kullandırdığı kredinin bağlı kredi niteliğinde olmadığı anlaşılmaktadır.”

[20] Atamer, a.g.m., s.266

[21] Yargıtay 13.Hukuk Dairesi, 05.04.2007, 2006/14920 E. 2007/4783 K. “Dava kısmen bağlı kredi kullanılarak satın alınan aracın ayıplı çıkması nedeniyle sözleşmeden cayma ile ödenen satış bedelinin tazminine ilişkindir. Davacı tarafından satın alınan aracın 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun’un 4. maddesinde belirtildiği şekilde ayıplı mal olduğu, onarım hakkının kullanılmasına rağmen aynı arızanın ikiden fazla ve sık tekrarlaması nedeniyle tüketicinin yasada belirtilen seçimlik haklarından sözleşmeden cayma hakkını kullandığı dosya kapsamı ile anlaşılmakta olup, davacının araç bedelini isteyebileceğinden mahkemece bu yöne ilişkin verilen kararda bir isabetsizlik yoktur. Ancak anılan yasanın 4/2 maddesinde “bedel iadesi”nden söz edilmiş olup, bundan maksat araç alınırken kararlaştırılan ve ödenen toplam satış bedelidir. Somut olayda olduğu gibi, şayet araç tüketici kredisi kullanılarak alınmış ve tüketici bu nedenle kredi kullandığı bankaya bir faiz ödemiş ise, ödenen tüketici kredisi faizinin satış bedeli içinde değerlendirilmesi olanaksızdır. Bankalar para alıp satan ticari müesseseler olup, davalı banka, peşin olarak davacıya ödediği 20.000.000.000 lirayı taksitle geri almak koşuluyla 25.798.179.114 liraya satmıştır. Aracın tüketici kredisi ile alınması sadece tüketicinin tercihinde olan bir durumdur. Peşin sağlanan bu krediye faiz uygulanmasında da yasaya veya sözleşmeye bir aykırılığı yoktur. Bankaya ödenen kredi faizinin 4077 sayılı Yasanın 4/2 maddesinde belirtilen dolaylı zarar olarak değerlendirilmesi mümkün değildir.”

[22] Deryal, Yahya, “Tüketici Kredilerinde Haksız Şart Örnekleri ve 6502 Sayılı Kanunla Getirilen Yeni Düzenlemenin Değerlendirilmesi”, Terazi Hukuk Dergisi, C.9, S.89, 2014, s.65

[23] Bununla birlikte doktrinde 4077 sayılı Kanun hükümlerine göre de tüketicinin ayıp ile ilgili defilerini kredi verene karşı ileri sürerek ödemeden kurtulabileceği kabul edilmektedir. Bkz. OZANOĞLU, Hasan, Tüketicinin Korunması Açısından Taksitle Satım Sözleşmesi, Ankara, 1999, s.129

[24]Yargıtay 13.Hukuk Dairesi, 29.11.2012, 2012/27053 E. – 2012/27475 “Taraflar arasındaki kredi sözleşmesinin faiz türüne göre, davacıdan kredi borcunun erken kapatılması halinde erken kapama ücretinin tahsilinde yasal olarak hukuka aykırılık bulunmamakla birlikte uygulamada sık rastlanıldığı üzere; faiz oranlarındaki düşüş nedeniyle, bankalarca yeni faiz oranları üzerinden ödeme miktarları ve tarihlerinin yeniden yapılandırılması yoluna gidildiği, bu işlem yapılırken bir kısım bankalar tarafından ek sözleşme adı altında bir sözleşme tanzim edildiği, bir kısım bankalar tarafından ise eski sözleşmenin feshedilerek yeni bir sözleşme tanzim edildiği bu işlemler esnasında ise kredi borçlularından farklı isimler altında ücretler tahsil edildiği anlaşılmakta ise de, yeniden yapılandırma işleminin yasada belirtildiği şekilde bir erken ödeme niteliğinde olmadığı anlaşılmaktadır.

Davacı eldeki dava ile kendisinden tahsil edilen bedel içerisinde yeniden yapılandırma ücretinin bulunduğunu, kredinin erken kapatılmasının söz konusu olmadığını, ilk kredinin kapatılmasına yönelik makbuzda kredinin kapatılma amacı olarak ( R ) ibaresinin gösterildiğini, (R) harfinin “Refinansman” anlamına geldiğini belirterek, davanın kabulüne karar verilmesini istemiş ise de; mahkemece yapılan işlemin erken ödeme niteliğinde olduğu gerekçesiyle davacının bu talebinin reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.

Dairemizin yerleşik içtihatlarında da vurgulandığı üzere, yapılan işlemin teknik olarak erken ödeme niteliğinde bulunmayıp yapılandırma işlemi niteliğinde bulunması halinde, erken ödeme ücreti adı altında bir ücretin tüketicilerden alınmasında hukuka uygunluk bulunmamaktadır. Bu nedenle, yerel mahkemece, konusunda uzman bilirkişi ya da heyetinden, yukarıda belirtilen açıklamalar ışığında, davacıdan tahsil edilen ücretlerin, teknik anlamda erken ödeme mi yoksa yapılandırma işlemine mi ilişkin olduğu noktasında rapor alınarak hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken bu yönler gözetilmeksizin eksik inceleme ile yazılı şekilde davanın kısmen kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.” 

[25] 6502 sayılı Kanun ile Tüketici Hakem Heyetlerine başvuru sınırı, İlçe Hakem Heyetleri için 2.000 TL.na, İl Hakem Heyetleri için 3.000 TL.na çıkartılmıştır.

[26]Yargıtay 4077 sayılı Kanun döneminde sadece kredi kartları, tüketici kredileri ve konut finansmanı kredileri için Hakem Heyetlerini görevli kabul etmekteydi; Yargıtay 11.Hukuk Dairesi, 09.03.2009, 2009/2029 E. – 2009/2700 K. “Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına ve uyuşmazlığın tüketici kredisi veya kredi kartlarından kaynaklanmayıp, bankacılık işleminden kaynaklandığının dosya kapsamı ile sabit olmasına göre, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın HUMK. nun 427/6 ncı maddesine dayalı kanun yararına bozma isteğinin reddine karar vermek gerekmiştir.”

[27]4077 sayılı Kanunda, parasal sınırlar üzerindeki uyuşmazlıklarda başvuru yasaklanmamış, ancak hakem heyetinin vereceği kararın ilam mahiyetinde değil delil niteliğinde kabul edileceği belirtilmiştir.(m.22/5)

[28] Tutumlu, Mehmet Akif, “6502 Sayılı TKHK’ya Göre, Tüketici Hakem Heyetlerinin Yetki ve Görev Sınırları”, Terazi Hukuk Dergisi, C.9, S.89,2014, s.118

[29]Heyetin iki üyesi BDDK, üç üyesi Türkiye Bankalar Birliği ve Türkiye Katılım Bankaları Birliği tarafından seçilmektedir.

[30] Yargıtay 13.Hukuk Dairesi, 11.04.2012, 2012/7979 E. – 2012/9930 K., “Kural olarak herkes dilediği sözleşmeye yapmakta serbest olduğu gibi istemediği bir sözleşmeyi sürdürmek zorunda da değildir. Bunun istisnası iltihaki sözleşmeler” olarak adlandırılan kamu hizmeti görmekte olan (Elektrik, Su işletmeleri gibi) kamu idare ve müesseseleri ile bunlardan hizmet alan şahıslar arasında kurulan sözleşmelerdir. Bu tür sözleşmelerde kamu idare ve müesseseleri kar amacından ziyade kamu hizmeti görmekle yükümlü olduklarından talep eden her şahısla sözleşme yapma zorunlulukları vardır. Bankalar bunun aksine kar amacıyla kurulan müesseselerdir. Bu yüzden gördükleri hizmetin karşılığını da isteyebilirler. Ayrıca çok sayıda banka bulunduğuna göre de davalı kendi yükümlülüklerini yerine getirmek kaydıyla dilediği bankadan kredi kartı kullanma imkanına da sahiptir. Bu durumda davalı ile davacı banka arasındaki sözleşmenin iltihaki bir sözleşme olmadığının kabulü gerekir. Bankalar gördükleri hizmetin uygun bir karşılığını istemek hakkına sahiptir. Kredi Kartı hizmetinin banka için riski bulunduğu gibi bir maliyeti de bulunmaktadır. Bankanın bu maliyeti kredi kartı kullanıcılarına yansıtması doğaldır. Mahkemece bu gerekçe ile davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile reddedilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.”

[31] Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, 22.06.2011, 2011/13-304 E. 2011/438 K. “4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunu’nun 10. maddesinin 3. fıkrasının son cümlesi “Tüketici kredisinin teminatı olarak şahsi teminat verildiği hallerde, kredi veren, asıl borçluya başvurmadan, kefilden borcun ifasını isteyemez.” hükmünü içermektedir. Yukarıda madde metninden de anlaşılacağı üzere, kredi verenin, şahsi teminat veren kefilden asıl borcun ödenmesini isteyebilmesi için, asıl borçlu hakkında İİK’nun 105 ve 143. maddeleri kapsamında kesin aciz vesikası alması gerekir. Dolayısıyla, asıl borçlu hakkında kesin aciz vesikası alınmadan, asıl borcun ödenmesi için şahsi teminat veren kefile başvurma olanağından söz edilemez. Şu hale göre, borçlunun yapılan tüm araştırmalara rağmen herhangi bir malvarlığı tespit edilememişse, bağını koparmadığı anlaşılan adresinde yapılan hacizde, haczi kabil bir malına rastlanamadığına ilişkin düzenlenen tutanak, kesin aciz vesikasının yasal sonuçlarını doğurmaya elverişli sayılır. Belirtilen iki şartın gerçekleşmesi durumunda, yasal anlamda “asıl borçluya başvuru” şartı gerçekleşir ve kredi veren alacaklı, şahsi teminat veren kefilden borcun ödenmesini isteyebilir.”

[32] Önder, M.Fahrettin; ÖZKUL,Burcu, “6502 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun Açısından Tüketici Kredisi Sözleşmelerinde Bankaya Verilen Şahsi Güvence:Adi Kefalet Sözleşmesi”, Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, C.18, S.3, 2013, s.42